17 Ocak 2010 Pazar

Ruhun Tanımı 1 - En Genel Tanım

Aristoteles Ruh Üzerine adlı yapıtının ilk kitabında uzun uzun kendinden önce gelen filozofların ruh hakkındaki görüşlerini değerlendiriyor, ikinci kitap ise Aristo’nun kendi ruh tanımını vermesiyle başlıyor. Bu tanımın yapıldığı kısmı çevirerek çeviriyle ilgili tartışmaları da özetleyen bir yorum sunmaya çalışacağım. Hadi o zaman, ikinci kitabın ilk satırları şöyle:

Bizden öncekilerin ruh hakkında aktardıklarını yeterince konuştuk. Artık bir bakıma başa dönüp ruhun ne olduğunu, onun en genel tanımının [logos] ne olabileceğini belirlemeye çalışalım. (II, 1, 412a 3-6)

Aristo ikinci kitaba, kendinden önce gelenlerin görüşlerini tartıştıktan sonra artık kendi ruh anlayışını ortaya koyacağını söyleyen bir geçiş cümlesiyle başlıyor. Diğer filozofların görüşleri yeterince incelendiğine göre, Aristo artık ilk kitabın başında sorduğu sorulara dönebilir ve ruhun tanımını vererek bu soruları yanıtlamaya başlayabilir.
Tanım diye çevirdiğim sözcüğün Yunancası logos. Genel olarak konuşursak, Aristo çevirirken birçok anlama gelen logos sözcüğünü tutarlı biçimde hep aynı sözcükle karşılamak oldukça zor. Ama özel olarak, bu pasajda karşımıza çıkan logos’la ilgili sorulabilecek asıl soru şu: tanımın Yunancası horismos ya da horos olduğuna göre Aristo burada logos’tan söz ederken başka bir şeyi mi kastediyor? Bu kuşkuyu uyandıran şey sadece Aristo’nun logos sözcüğünü kullanmış olması değil, Aristo birçok başka yerde de logos sözcüğünü tanım anlamında kullanıyor zaten. Asıl sorun bu pasajda ruha ilişkin en genel (koinotatos) logos’un araştırılacağının söylenmesi.
Şöyle düşünebiliriz: Aristo’nun niyeti ruhu tanımlamak olsaydı en genel olanı araştırmazdı. Bir şey hakkındaki genel ya da en genel belirlenimi ortaya koyduğumuzda o şeyi tanımlamış olmayız; o şeyin de içinde yer aldığı, ama ondan çok daha genel olan bir varlık kümesini saptamış oluruz yalnızca. İnsanın doğal bir varlık, canlı ya da hayvan olduğunu söylediğimizde her seferinde insanı da kapsayan farklı genellik düzeylerine ait bir küme belirlemiş oluruz. Gerçek bir tanım verebilmek için insanın saptadığımız genel kümedeki diğer varlıklardan nasıl ayrıldığını göstermemiz, yani insanın nasıl bir doğal varlık, nasıl bir canlı ya da nasıl bir hayvan olduğunu söylememiz gerekir. Aynı şey ruh için de geçerli, ruha ilişkin genel bir belirlenim yapmak ruhu tanımlamak sayılmaz. O halde şöyle denebilir: Aristo ikinci kitabın başında aslında ruhu tanımlamak istemiyor, sadece ruha ilişkin en genel özellikleri ortaya koyarak araştırmasına bir giriş yapmak istiyor. Zaten Aristo’nun biraz ilerde vereceği ruh tanımı alışıldık tanımlara hiç benzemeyen tuhaf bir tanım. Üstelik bu genel “tanımın” ardından gelen bölümde, Aristo ruhun tanımını aramanın “gülünç” (geloion) olduğunu da söylüyor (414b 25-28). Sonuç: en iyisi, birçok başka çevirmeni de izleyerek logos’u belirlenim (formula) diye çevirmek.
Tüm ikna ediciliğine rağmen böyle bir okumaya karşı çıkılabileceğini düşünüyorum. Görüldüğü gibi bu okuma genellikle soyutluğu özdeşleştirmeye dayanıyor. Ruhun en genel tanımı soyut bir tanım olmaya mahkum. Soyut bir tanım da aslında tanım sayılamayacağı için Aristo’nun ruhu tanımlamadığı, sadece ona ilişkin kapsayıcı bir belirlenim sunduğu söyleniyor. O halde bu okumaya karşı çıkmak, bu pasajda logos’u belirlenim değil tanım diye çevirmek istiyorsak Aristo’nun genellikten kastettiği şeyin soyutluk olmadığını göstermemiz gerek. Aristo genellikten ne anlıyor, neden ruhun “en genel” tanımını vermek istiyor? Bunu anlayabilmek için önce Ruh Üzerine’nin iki özelliğine işaret edelim.
1) Bugün ruh deyince aklımıza ilk gelen şey ya ahlaksal-dinsel problemler, her şeyden önce de ölümden sonra bir yaşam olup olmadığı sorusu, ya da çözümsüz gibi görünen ruh-beden ilişkisi problemi. Ruh ölümden sonra bedenden ayrılıp tek başına varolmaya devam edebilir mi, yoksa başka bir bedene mi geçer? Bu dünyada bedenle ruhun birlikte işlediği günahların cezasını bedenden ayrılan ruh mu çekecek? Ruh bedene ya da beden ruha indirgenebilir mi, yani monist bir ruh-beden anlayışımız olabilir mi, yoksa ruhla beden birbirinden tümüyle ayrı iki varlık türü mü, yani düalizm kaçınılmaz mı? Aristo’nun çağdaşı olan Yunanlıların da büyük olasılıkla benzer ahlaksal-dinsel soruları vardı, monizm-düalizm tartışmasında da aşağı yukarı aynı yerdeydiler. Ama Aristo’nun Ruh Üzerine kitabında bu soruların hiçbiri doğrudan tartışılmıyor. Ruh ölümsüz mü değil mi sorusunun yanıtını Ruh Üzerine’de ararsak hayal kırıklığına uğrarız. Aristo ruh sözcüğünü (rahatça ruh diye çevrilebilecek psyche sözcüğünü) kullanıyor, ama bu sözcükten bambaşka bir şeyi anlıyor. Bir filozof yeni bir şey düşünmeye çalışırken hiç duyulmamış, garip kavramlar icat edebilir, ama eskiden beri yürürlükte olan, herkesin tanıdığı kavramları da kullanabilir. Aristo ikinci yolu izliyor ve yepyeni bir şeyi ruh gibi eski bir sözcüğü kullanarak düşünmeye çalışıyor. Peki Aristo ruhun ölümsüz olup olmadığını anlamaya, psikoloji ya da metafizik yapmaya çalışmıyorsa ne yapmaya çalışıyor? İlk bakışta sanılabileceğinin aksine, Ruh Üzerine bir doğa bilimi ya da biyoloji felsefesi kitabı. Ruhtan kastedilen şey de bir canlının canlı olmasını sağlayan şey, yani can. (bu durumda psyche can diye de çevrilebilir, ama o zaman Aristo’nun herkesin kullandığı bir kavramın anlamını değiştirdiğini göremeyiz, ayrıca psyche’yi sözcüğün yaygın anlamında ruh olarak düşünen eski filozofların anlayışlarının incelendiği ilk kitaptaki birçok yerin çevirisi anlaşılmaz hale gelir.)
2) İlk kitapta incelenen filozoflar ruhun bilmeyle ya da hareketle ilişkisi üzerinde duruyorlardı. Ruhumuz olduğu için çevremizi tanıyabiliyoruz, şeyler hakkında bilgi edinebiliyoruz; ruhumuz olduğu için hareket edebiliyoruz. Bu açıdan bakıldığında ruh deyince akla ilk gelen şey insan ruhu. İnsanlar ruh sayesinde bilgi ediniyorlar ve hareket ediyorlar. Oysa Aristo insan ruhunu değil canı araştırmak istediği için bu yaklaşım ona yeterli gelmiyor. Ruhun bilmeyle ya da hareketle ilişkisi olabilir, ama canın bunlarla doğrudan ya da zorunlu bir ilişkisi yok. Bitkiler de canlı, ama canlılık a) bitkilerin çevrelerini bilmesini sağlamıyor, b) hareketten yer değiştirmeyi, bir yerden başka bir yere gitmeyi anlarsak bitkilerin hareket etmesini de sağlamıyor. O halde sorun, Ruh Üzerine’de araştırılacak varlıkların hangi varlıklar olduğu, diğer varlıklardan nasıl ayırt edileceği sorunu. Ruhtan bilmemizi ve hareket etmemizi sağlayan şeyi anlarsak araştırmanın ana konusu insanlar olacak demektir. Elbette hayvanları da araştırmaya dahil edebiliriz, hareket edebilen ve öğrenebilen hayvanlar var. Ama eski filozoflar gibi düşünürsek bitkileri asla ruhun araştırılmasının konusu yapamayız. Başka bir deyişle, ruhtan cana geçmek araştırmanın alanını genişletmek, sadece insanları değil hayvanları ve bitkileri de kapsayacak bir çalışma alanı oluşturmak demek. Bunu yapmak için atılacak ilk adım da ruhun “en genel tanımını” vermeye çalışmak olur.
Ruhu bilmeye ya da hareket edebilmeye indirgemeyen, bitkilere özgü canlılık işlevlerini de kapsayabilecek genellikte bir ruh tanımına ihtiyaç var. Dolayısıyla genellikten kastedilen şey soyutluk değil, ruhun can olarak anlaşılmasından kaynaklanan bir genişleme. Ruhun en genel tanımı, ruhun ne olduğunu anlamamızı engelleyecek soyutlukta bir belirlenim değil, ruhu dar anlamıyla alan bir geleneğe karşı ruha sahip olanla olmayan, yani canlıyla cansız arasındaki sınırın nereden geçtiğini gösterebilecek bir tanım. Sınır insan olanla olmayan, hayvan olanla olmayan arasından geçmiyor, bilenle bilmeyen, hareket edebilenle edemeyen arasından geçmiyor, bitkilerden geçiyor. En genel tanım canlılığın sınırını doğru yerden, yani bitkilerden geçirecek bir tanım.
Buna itiraz edilemez mi? Canlılığın kapsamıyla bitkinin kapsamı aynı olursa ruhun ya da canın tanımı da bitkinin tanımı olur. O zaman en genel tanım hayvanları ya da insanı içine almayacak soyut bir tanım olur ve logos’u belirlenim olarak anlayan ilk okumaya geri dönmek zorunda kalırız. Bu itirazı daha iyi anlayabilmek için Aristo’nun canlılar arasında bir hiyerarşi kurduğunu anımsamak işe yarayabilir. Aristo’ya göre bitkiler canlılık hiyerarşisinin en alt basamağında yer alıyorlar ve canlılık bitkilerden başlayıp hayvanlardan geçerek insana ulaşan bir yükseliş sergiliyor. Bitkiler bitki olmalarını sağlayan belli özelliklere sahipler, hayvanlar da aynı özelliklere sahipler, ama onlarda bitkisel özelliklere eklenen ve hayvan olmalarını sağlayan başka özellikler de var, aynı şekilde insanlar da bitkisel ve hayvansal özelliklere eklenen ve insan olmalarını sağlayan özelliklere sahipler. Bitkiyle hayvan ya da hayvanla insan arasındaki fark değişik özelliklere sahip olmalarından kaynaklanmıyor, hayvanlarda bitkilerden, insanda hayvanlardan daha çok özellik olmasından kaynaklanıyor. Kısacası:
bitki = bitkisel özellikler
hayvan = bitkisel özellikler + hayvansal özellikler
insan = bitkisel özellikler + hayvansal özellikler + insansal özellikler

Bu durumda ruhu Aristo’dan önce gelen filozofların yaptığı gibi hareket (yani hayvansal bir özellik) ya da bilgi (yani insansal bir özellik) üzerinden düşünmek bitkilerin de bir ruhu olduğunu, onların da canlı olduğunu düşünmeyi engeller. Ruhun tanımı a) bitkileri de canlılar kümesine dahil etmek zorunda, b) ruhun tanımını bitkinin tanımına indirgememek, yani canlılığı beslenme, üreme gibi bitkisel özellikler üzerinden tanımlamamak zorunda.
Buradaki sorun şu: ilk bakışta, bitkisel, hayvansal ve insansal (ya da düşünsel) ruhun üç temel ruh türü olduğunu düşünebiliriz. Ruh cinstir ve nasıl cins türlere bölünüyorsa ruh da bitkisel, hayvansal ve düşünsel ruha bölünür. Ama hemen karşımıza böyle bir okumayı imkansız kılacak bir güçlük çıkıyor: bir cinsin türlere bölünebilmesi için türlerin ayırt edici bir farkla birbirlerinden ayrılabilmeleri gerek. Örneğin ilerlemek bir cins. Bazı hayvanlar yürüyerek, bazıları sürünerek... vb. bu ilerlemeyi gerçekleştiriyor. Bu ayırt edici farklar sayesinde sürüngenleri ayaklılardan ayırıyoruz ve bunların “ilerleyen” cinsinin iki türü olduğunu söylüyoruz. İlerleme edimi her iki türde de mevcut; ayırt edici farkların bu edime eklemlenmesiyle edimin belirlediği cinsin türlerine ulaşılıyor. Bu ayrımları yaparak cinsi türlerine bölerken genelden özele, tümelden tikele doğru gidiyoruz. Bir cinsin türlerini belirlemek ayırt edici farklarla o cinsin tümelliğini daraltmak, genelliğini farklılaştırarak özelleştirmek demek. Kısacası cinsle türler arasında bir genellik-özellik ilişkisi var, aynı cinsin türleri ise aynı genellik ya da özellik düzeyinin farklılaşmış biçimleri gibi. İlerlemek yürümek ya da sürünmekten daha genel, oysa yürümek ve sürünmek aynı genellik düzeyinin farklılaşmış biçimleri, bu ikisi arasında bir hiyerarşi yok.
Ruhun türleriyle ilgili sorun da burada ortaya çıkıyor: ruhla bitkisel, hayvansal ve düşünsel ruh arasında bir genellik-özellik ilişkisi kurmak bir ölçüde mümkün olsa bile, üç ruh çeşidini aynı edimin ayırt edici farklarla özelleşmiş biçimleri olarak görmek mümkün değil. Bitkisel, hayvansal ve düşünsel ruh aynı düzeyde yer almıyorlar. Bunlar arasında öncelik-sonralık ilişkisi var, canlılar arasında hiyerarşik bir ilişki var. Bitkisel ruh hayvansal ruhtan, hayvansal ruh düşünsel ruhtan önce geliyor ve her seferinde önce gelen (ya da önce gelenler) sonra gelenin varlığının koşulunu oluşturuyor. Özetle, genel olarak ruh üç özel ruh türüne ayrılmıyor, bitkisel ruha başka canlılık özelliklerinin eklenmesiyle diğer ruh türleri ortaya çıkıyor. Bu durumda ruhun genel bir tanımını vermeye çalışmak anlamsız değil mi? Az önceki örneğe dönersek, ilerlemeyi yürüme ve sürünmeden, yani tek tek ilerleme çeşitlerinden bağımsız olarak tanımlamak mümkün, ilerleme tüm ilerleme türlerinde ortak olan şey. Bu genel ortaklığı ortaya çıkardıktan sonra sürünmenin, yürümenin… ne türden bir ilerleme olduğunu araştırarak ilerleme türlerini de tanımlayabiliriz. Oysa ruh türleri arasında genellik-özellik değil öncelik-sonralık ilişkisi olduğu için bütün ruh türlerinde ortak olan özellikler aynı zamanda belli bir ruh türünü, bitkisel ruhu tanımlayan özellikler. Başka bir deyişle, ruhun en genel tanımı genel olmamak, yani özel bir ruh çeşidinin tanımı olmak zorunda.
Aristo bu sorunu çözmek için ruhu tanımlarken alışıldık olmayan bir yol izliyor. Bu alışıldık olmayan yol sayesinde hem canlıları cansızlardan ayıran ortak özelliği ortaya çıkarıyor, hem de bunu canlılara ortak olan şeyi bitkisel özelliklere indirgemeden yapıyor. Bu tuhaf stratejiyi izlemek için metnin devamına bakalım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder