21 Ocak 2010 Perşembe

Ruhun Tanımı 2 - Kavramsal Ayrımlar

Aristo’nun yalnızca insanı ve hayvanları değil bitkileri de içine alacak genel bir ruh tanımı yapmak istediğini, bunu yapabilmek için de ruhu tanımlarken ilk bakışta tuhaf görünebilecek bir yola başvurduğunu söyledik. Aristo bu tuhaf ruh tanımını vermeden önce tanımı hazırlayan bazı saptamalarda bulunuyor. Metnin bu kısmını kavramsal hazırlık ve olgusal hazırlık olarak ikiye ayırmak mümkün. Kavramsal hazırlık dediğim pasajın çevirisi şöyle:

Varlıkların bir cinsinin töz olduğunu söylüyoruz, bu da ya kendi başına belli bir şey [tode ti] olmayan madde gibi, ya artık belli bir şeyden söz etmeyi sağlayan yapı [morphen] yani form [eidos], üçüncü olarak da bunlardan gelen şey. Ayrıca madde güç, form da gerçekleşme [entelekheia], bu da iki anlamda, ya bilgi olarak ya bilgiyi kullanma [theorein] olarak. (412a 6-11)

Bu ilk hazırlık bölümünde Aristo ruhun tanımında kullanacağı kavramları sıralıyor. Bu bölümdeki kavramsal ayrımlar Aristo ontolojisinin kısa bir özeti gibi. Aristo kapsamları gitgide daralan dört temel kavramsal ayrıma işaret ediyor. Bu ayrımları tek tek ele alalım:

1) Töz ve diğer kategoriler arasındaki ayrım. Aristocu ontolojinin temel savlarından biri varlığın türlü türlü söylenmesi. Bu ne anlama geliyor? Bir örnek üzerinden düşünelim: masa, sandalye gibi cisimler varlar, masanın bir rengi, bir uzunluğu, bir konumu da var. Ama cisim, renk, uzunluk ve konum aynı şekilde varolmuyor, bunların farklı varolma tarzları var. Rengin (ya da herhangi bir niteliğin) varolmasıyla uzunluğun (ya da herhangi bir niceliğin) varolması birbirine benzemiyor. Üstelik bu indirgenemez varolma tarzları arasında bir hiyerarşi ya da bağlılık ilişkisi kurmak da mümkün, çünkü rengin, uzunluğun ve konumun varolması masanın varolmasına bağlı. Oysa masanın varolması rengine, uzunluğuna bağlı değil: aynı masayı başka bir renge boyayabilirim, uzunluğunu değiştirebilirim; nitelikleri, nicelikleri değişse bile masa masa olarak kalmaya devam eder. Konuşurken farkında bile olmadan bu bağlılığı ifade ediyoruz aslında. Masanın renginden, masanın uzunluğundan söz ediyoruz, rengin masasından ya da uzunluğun masasından söz etmiyoruz. Aynı şekilde, rengine, uzunluğuna gönderme yapmadan tek başına masadan söz edebiliyoruz, oysa renkten, uzunluktan, konumdan söz ederken belli bir şeyin rengini, belli bir şeyin uzunluğunu kastediyoruz.
Varlığın türlü türlü söylendiğini savunan bu ontolojik yaklaşım hem farklı varlık tarzlarının birbirine indirgenemezliğini vurguluyor, hem de bu varolma tarzları arasında bağlılık ilişkileri kuruyor. Aristo yeni bir felsefi kavram icat ederek, bu farklı varlık tarzlarının her birine kategori adını veriyor. Kategoriler adlı kitapta Aristo on kategoriden oluşan bir liste sunuyor, başka kitaplarında daha kısa listelerle de karşılaşıyoruz. Listenin on kategoriyle sınırlı olup olmadığı, listede yer almayan başka kategoriler olup olmadığı ya da on kategorinin son kertede ilk dört kategoriye indirgenip indirgenemeyeceği gibi sorular Aristo yorumcuları arasında bugün de tartışma konusu. İlk kategori olan töz, varlığı diğer kategorilerden bağımsız olan ve diğerlerinin varolmasını sağlayan kategorinin adı. Deminki örneğe dönersek, masa töz kategorisine ait, renk nitelik kategorisine ait, uzunluk da nicelik kategorisine ait. O halde Aristo ruhun tanımına doğru giderken ilk olarak töz kategorisini diğer kategorilerden ayırt ediyor. Bu da ruhun töz kategorisine ait olduğunu hissettiriyor şimdiden.

2) Madde, form ve bileşik töz arasındaki ayrım. Aristo tözleri diğer varlıklardan ayırdıktan sonra farklı töz çeşitlerinin de birbirinden ayrılabileceğini söylüyor. Töz madde de olabilir, form da olabilir, “bunlardan gelen şey” yani bileşik töz de olabilir. Tıpkı töz kavramı gibi madde, form ve bileşik töz kavramları da Metafizik’te ve başka kitaplarda birçok kez ele alınıyor, Aristo’nun ruhun tanımında kullanacağı kavramsal ayrımları hızlıca yapabilmesini sağlayan da bu. Aristo maddenin “kendi başına belli bir şey olmadığını”, formun ise “artık belli bir şeyden söz etmeyi sağladığını” söylüyor. Bu hızlı ve karmaşık ayrımları yine örnekler üzerinden düşünelim. Aristo’nun form-madde ilişkisini açıklamak için sıkça başvurduğu örnekleri biraz değiştirerek aşağıdaki gibi sıralamak mümkün:

a) bronz = heykelin maddesi, şekil (Apollon, Atatürk) = heykelin formu, heykel = bileşik töz
b) demir = baltanın maddesi, kesebilmek = baltanın formu, balta = bileşik töz
c) beton, kiremit, demir vb. = evin maddesi, barınacak yer = evin formu, ev = bileşik töz
d) ateş, hava, su, toprak = bronzun maddesi, dört öğe arasındaki oran = bronzun formu, bronz = bileşik töz.

Örneklerin de gösterdiği gibi madde bileşik tözün malzemesini sağlıyor: a’da bronz heykelin, b’de demir baltanın, c’de beton, kiremit, demir evin malzemesi. Ama madde tek başına bileşik tözü açıklamaya yetmiyor: her bronz kütlesi heykel değil, her demir parçası balta değil… Hangi bronz kütlesinin heykel olduğunu anlamak için forma başvurmak gerekiyor. Form bir bakıma maddenin ya da malzemenin bileşik töze dönüşmek için geçirdiği dönüşümün ifadesi. Bronz kütlesi ancak şekil verildiği zaman heykele dönüşüyor, bu şekil de formdan başka bir şey değil[1]. Aynı şekilde, demir sivriltilip keskinleştirildiğinde baltaya dönüşüyor, beton, kiremit ve demir belli bir plana göre düzenlendiğinde eve dönüşüyor. Bileşik töz kavramı ise maddenin form kazandıktan sonraki haline, sonuca işaret ediyor.
Örneklere biraz daha dikkatli baktığımızda maddeyle form arasındaki ilişkinin özellikleri de belirginleşiyor:
i) form bazen a’da olduğu gibi dış şekle, bazen b ve c’de olduğu gibi belli bir işleve, bazen de d’de olduğu gibi maddi bileşenler arasındaki bir orana işaret ediyor. Ama formun bir işleve işaret ettiği durumlarda da maddenin şekle girmesi, malzemenin belli bir orana göre işlenmesi zorunlu. İşlevin gerçekleşmesinin koşulu maddenin düzenlenmesi. Formun işleve işaret ettiği b ve c’de, demirin kesebilmek için, beton, kiremit ve demirin eve dönüşebilmek için düzenlenmesi gerek.
ii) madde ve form ilişkisel kavramlar, genel olarak maddeden değil heykelin ve baltanın maddesinden, genel olarak formdan değil heykelin ve baltanın formundan söz ediyoruz. Ayrıca aynı şey bir şeye göre madde, başka bir şeye göre form olabilir: a’da bronz heykelin maddesi, oysa d’de dört öğenin belli bir oranda karışmasıyla oluşan bir bileşik töz.
iii) bir bileşik tözün bir tek maddesi olabileceği gibi (a ve b) birden çok maddesi de olabilir (c ve d). Ayrıca en azından belli sınırlar içinde aynı madde farklı farklı formlar alabilir: demir b’de baltanın maddesi, c’de evin maddelerinden biri.
iv) deneyimin karşımıza çıkardığı varlıklar hep bileşik tözler. Gündelik hayatımızda heykellerle, aletlerle, evlerle, bronzlarla… karşılaşıyoruz, bronzda heykelin maddesini ya da demirde baltanın maddesini görmüyoruz. Ancak marangozluk yaparken ya da bozuk bir aleti tamir etmeye çalışırken bu maddenin farkına varıyoruz. Başka bir deyişle, madde ve form, karşımıza çıkan nesneleri karmaşık bir yapı olarak düşünüp o yapıyı kurucu bileşenlerine ayrıştırmak istediğimizde işimize yarıyor, bu iki kavram bileşik tözün farklı açılardan ele alınmasından ibaret.
v) madde-form ilişkisini anlamada teknik örneklerin ayrıcalıklı bir yeri var gibi. a, b ve c’de kullandığımız örnekler Aristo’nun doğa bilimi ve biyoloji metinlerinde, yani doğal tözlerin ele alındığı metinlerde sıkça karşımıza çıkıyor. Teknik modelin doğal tözlerin araştırılmasına uygun bir model olup olmadığı tartışılabilir elbette. Şimdilik bu soruna işaret etmekle yetinelim.
Bu ve benzer saptamalar maddenin neden “kendi başına belli bir şey olmadığını”[2] anlamamızı sağlıyor. ii’den ve iv’ten yola çıkarak bir varlığın ancak başka bir varlıkla ilişki içinde madde olarak düşünülebileceğini söyleyebiliriz. Bronzu “kendi başına” ele alırsak onun bileşik töz olduğunu söylememiz gerekir (d örneği). Bronzun madde olarak ele alınabilmesi için bronzla heykel arasındaki ilişkiyi düşünmemiz gerek. Ancak bronzu heykel üzerinden düşündüğümüzde onu heykelin maddesi ya da malzemesi olarak görebiliyoruz. Bronz bronz olarak ele alındığında bir bileşik töz, yani “belli bir şey”. Madde olarak ele alındığında ise henüz “kendi başına belli bir şey” değil yalnızca belli bir şeyin maddesi, belli bir şey (heykel) olabilecek bir şey. Üstelik iii’te söylediğimiz gibi bronz farklı farklı şeylerin maddesi olarak da düşünülebilir: bronz bir heykel yapabileceğim gibi bronz bir bardak da yapabilirim. Bu da bronzun ya da genel olarak maddenin madde olarak ele alındığında henüz belli bir şey olmadığını gösteriyor.
Aristo maddeden farklı olarak formun “artık belli bir şeyden söz etmeyi sağladığını” söylüyor. Form da tıpkı madde gibi nesneleri ele alırken kullandığımız bir kavram, bu yüzden formun kendisi de belli bir şey değil. Ama form belli bir şeyden söz edebilmemizi sağlıyor, çünkü bir bileşik töze belirliliğini, birliğini kazandıran şey o bileşik tözün formu. i’de dediğimiz gibi form malzemenin şekil, işlev ya da oran bakımından belirlenmesinin kavramı. Bu kavram olmadan bileşik tözden belli bir şey olarak söz edemeyiz. Özetlersek, a) madde madde olarak henüz belli bir şey değil, b) form da belli bir şey değil, ama belli bir şeyden söz edilebilmesini sağlıyor, c) bileşik töz ise belli bir şey.

3) Güç ve gerçekleşme arasındaki ayrım. Üçüncü olarak maddenin güç, formun gerçekleşme olduğu söyleniyor. Aristo töz kategorisini diğer kategorilerden ayırırken, tözün üç anlamı olduğunu anımsatırken hep genel bir kavramdan (önce varlıktan, sonra tözden) yola çıkarak o kavramın özel bir alanını (töz) ya da alanlarını (madde, form, bileşik töz) belirliyordu. Oysa ilk iki kavramsal ayrımdan farklı olarak bu üçüncü ayrım genelden özele gitmiyor, maddeden ve formdan ne anlamamız gerektiğini belirginleştiriyor. Madde-form ayrımından güç-gerçekleşme ayrımına geçişin ruhun tanımında temel bir yeri olduğunu göreceğiz.
Maddenin güç, formun gerçekleşme olması ne demek? Güç ve edimsellik (ya da gerçekleşme) kavramları özellikle Metafizik’in θ kitabında ele alınıyor[3]. Aristo, θ 6’da her şeyin tanımını aramamak gerektiğini, tanım vermenin mümkün olmadığı yerde analojilerle yetinebileceğimizi söylüyor: inşa edebilir olan inşa edene göre neyse, uyuyan uyanık olana göre, gözü kapalı olan görene göre neyse güç de gerçekleşmeye göre öyle. O halde güç bir şeyi yapabilecek olanken gerçekleşme o şeyi yapmakta olan.
Yukarıda verdiğimiz örnekleri maddenin yerine gücü, formun yerine gerçekleşmeyi koyarak da ele almak mümkün: bronz heykel olabilecek ama henüz heykel olmayan şey, demir balta olabilecek ama henüz balta olmayan şey vb. Ayrıca az önce madde-form ayrımıyla ilgili söylediklerimizi kısmen güç-gerçekleşme ayrımı için de söyleyebiliriz:
i´) gerçekleşme bir şeklin, bir işlevin, bir oranın gerçekleşmesi olabilir.
ii´) güç ve gerçekleşme ilişkisel kavramlar olarak görülebilir. Bronz bronz olarak gerçekleşmiş bir şey, ama heykelle ilişkisi bakımından henüz güç halinde.
iii´) bir şeyde aynı anda farklı güçler olabilir: demirde hem balta olma gücü var, hem ev olma gücü var. Ama burada bir farkla da karşılaşıyoruz. iii’te aynı maddenin belli koşullar altında farklı farklı formlar alabileceğini söylemiştik. Oysa aynı güç farklı farklı gerçekleşmelere yol açamaz. X madde hem Y formunun hem Z formunun maddesi olabilir. Oysa X güç ancak X gerçekleşmenin gücü olabilir. O halde güçle gerçekleşme arasındaki ilişki maddeyle form arasındaki ilişki kadar olumsal değil.
iv´) tıpkı madde ve form gibi güç ve gerçekleşme de deneyimde karşılaştığımız nesneleri anlamada işimize yarayan kavramlar. Ama yine bir fark var. En azından Aristo’nun evrenin ay-altı dediği kısmında: madde + form = bileşik töz. Oysa: güç + gerçekleşme = gerçekleşme. Kısacası gerçekleşme kavramı hem forma hem bileşik töze karşılık geliyor.
v´) madde-form ilişkisini gösteren örneklerde teknik örneklerin ayrıcalıklı bir yeri vardı. Oysa güç-gerçekleşme ilişkisini gösteren örneklerde teknik örneklerin yerini biyolojik örnekler alıyor: inşa etmek, uyumak, uyanık olmak, gözlerini açıp kapamak hep canlılarla ilgili örnekler.

4) Bilgi ve bilgiyi kullanma arasındaki ayrım. Bu dördüncü ayrım yine genelden özele giderek gerçekleşme kavramını ikiye ayırıyor. Aristo gerçekleşmenin iki şekilde anlaşılabileceğini bu kez kavramsal bir ayrım yapmadan bir örnek üzerinden gösteriyor. Gerçekleşme bilgi sahibi olmak gibi de anlaşılabilir, o bilgiyi kullanmak gibi de[4]. Bir bilgiye sahip olduğumuzda, mesela geometri bildiğimizde zaten bizdeki bir güç gerçekleşmiş demektir. Geometri öğrenerek bir alandaki cehaletimizden kurtulup bilgiye geçiyoruz. Cehaletten bilgiye geçiş zaten bir gerçekleşme. Ama geometri bilen insanla bu bilgisini bir geometri problemini çözmede kullanan insan arasında bir fark var. Bilen bilmeyene göre gerçekleşmiş durumda, ama bilgisini kullanan da bildiği halde bilgisini kullanmayana göre gerçeklemiş durumda. Kısacası farklı gerçekleşme düzeyleri söz konusu.
Peki bu ayrıma neden ihtiyacımız var? Sahip olma anlamında gerçekleşmeyle kullanma anlamında gerçekleşmeyi birbirinden ayırmadan, sadece güç ve gerçekleşme kavramlarıyla da aynı örneği açıklayamaz mıydık? Önce cehalet güç, bilgi gerçekleşme; sonra bilgi güç, bilgiyi kullanma gerçekleşme. Aslında bu örnek Metafizik θ’daki örneklere benziyor: inşa edebilir olan zaten inşa etmeyi biliyor, inşa eden ise bu bilgisini işler hale getiriyor. Uyuyan zaten görme yetisine sahip, uyandığında bu yetiyi işler hale getiriyor… Aristo θ’da bu örnekleri güç ve gerçekleşme kavramlarını anlamak için kullanmıştı, gerçekleşme düzeylerini ayırmak için değil.
Ruh Üzerine, II, 5’teki genel algı analizi bu konuda işimize yarayabilir. Aristo bu bölümde algı yetisi kazanmayı bir karşıttan diğerine, yoksunluktan tamamlanmaya gitme olarak görüyor. Uyuyanın uyanıp görmeye başlaması ise bir bakıma aynıdan aynıya, görebilmeden görmeye gidiyor. Ancak gerçekleşme düzeylerini birbirinden ayırdığımız zaman, kullanmadığı bir bilgiye sahip insanla cahil insan, uyuyan insanla kör insan arasındaki farkı kavramsallaştırabiliyoruz. Aslında uyumak da aynıdan aynıya gitmek gibi. Oysa kör olmak (ya da bildiklerini unutmak) karşıttan karşıta, yoksunluğa gitmek demek. O halde gerçekleşmenin iki anlamını şöyle ayırt etmek mümkün: bilgi sahibi olmaya benzeyen anlamıyla gerçekleşme bir karşıttan diğerine gidiyor, eksik olanı tamamlıyor. Oysa bilgiyi kullanmaya benzeyen gerçekleşme aynıdan aynıya gidiyor, bilgiden bilgiyi kullanmaya geçiş bir eksikliği tamamlamıyor, zaten tamamlanmış bir şeyi işler hale getiriyor.
Bu ayrımın ruhun tanımı açısından ne kadar önemli olduğu metnin devamında iyice ortaya çıkacak.

[1] Genelde şekil diye çevrilen iki Yunanca sözcük var: skhema ve morphe. Aristo morphe ve eidos sözcüklerini çoğu zaman eşanlamlı olarak kullandığı için, en azından şimdilik morphe’yi şekil yerine yapı sözcüğüyle karşıladım ve 412a 8’deki morphen kai eidos’u “yapı yani form” diye çevirdim. Morphe ya da yapı formla aynı anlama geliyor. Oysa skhema ya da şekil, formdan çok daha dar bir anlama sahip. Skhema bir şeyin dış görünüşü, dış yapısı. Bronz kütlesinin yontula yontula kazandığı dış görünüş onun şekli, ama heykeli heykel yapan şey dış görünüşü olduğu için bu örnekte heykelin şekli aynı zamanda heykelin formu.
[2] Aristo’nun temel kavramlarından biri olan tode ti kavramını “belli bir şey” olarak çeviriyorum. Aristo bu kavramla özlerden, tümel ya da soyut kavramlardan farklı olarak tek tek somut şeylere işaret ediyor: genel olarak heykel kavramı değil şu belli heykel, genel olarak ev kavramı değil şu belli ev… Biraz daha cesur çevirmenler bu kavramı İngilizceye “this” diye ya da Fransızcaya “ceci” diye çeviriyorlar.
[3] Aristo Metafizik θ’da dunamis’i ya da gücü energeia (edim?) kavramıyla birlikte düşünüyor, oysa Ruh Üzerine’de ruhu tanımlarken energeia yerine entelekheia (gerçekleşme?) kavramını kullanıyor. Bunun bir anlamı var mı? Açıkçası bu sözcük tercihinden sağlam bir yorum çıkarmak imkansız gibi. Aristo bu iki kavramı çoğu kez birbirinin yerine geçebilecek şekilde kullanıyor, tıpkı eidos ve morphe gibi. Böyle olmayan birkaç pasajı öne çıkararak genel yorumlara varmak da zor görünüyor.
[4] İlk bakışta bu tuhaf ayrımın ne anlama geldiğini ya da ne işe yarayacağını kestirmek zor. Eski Aristo yorumcularından Hicks, bu beklenmedik ayrımın günümüzde yazılmış bir kitapta ancak bir dipnot olabileceğini söylüyor (“a remark which in a modern book would be relegated to a footnote”, R. D. Hicks, Aristotle De Anima, Cambridge, 1907, s. 307).

4 yorum:

  1. "Bilgi sahibi olmaya benzeyen anlamıyla gerçekleşme bir karşıttan diğerine gidiyor, eksik olanı tamamlıyor. Oysa bilgiyi kullanmaya benzeyen gerçekleşme aynıdan aynıya gidiyor, bilgiden bilgiyi kullanmaya geçiş bir eksikliği tamamlamıyor, zaten tamamlanmış bir şeyi işler hale getiriyor."

    burada "karşıttan karşıta" ile "aynıdan aynıya" arasında yaptığın ayrım kafa açıcı. ama eksikliğin tamamlanması konusundaki ayrım pek değil. eksikliğin asıl tamamlandığı gerçekleşme ikinci anlamdaki gerçekleşme değil mi? asıl entelekheia ("tamâm") ikinci gerçekleşme. yani asıl "tam" olan ev, artık çatısı örülmüş olan ev değil, içinde erdemle yaşanan ve mutlu olunan ev. hiç olmazsa algı örneğinde aristo ikinci gerçekleşme için "sôtêria" diyor. (417b3)

    YanıtlaSil
  2. Söylediklerine temelde katılıyorum aslında. Ama seninle hemfikir olmadığım bir nokta da var.
    İkinci anlamdaki gerçekleşmenin birinci anlamdaki gerçekleşmeden üstün olduğunu söylüyorsun. İçinde insanların yaşadığı bir ev inşası tamamlanmış ama içinde kimsenin oturmadığı bir evden daha üstün. Gören biri uyuyandan daha üstün… Bu konuda anlaşıyoruz.
    Sana katılmadığım nokta şu: ikinci gerçekleşmenin birinci gerçekleşmeden daha üstün oluşundan onun daha tamam olduğu sonucunu çıkaramayız diye düşünüyorum. İnşaat malzemelerinin inşaatın sonunda eve dönüşmesi bir karşıttan diğerine geçiş, evin olmayışından eve geçiş. Burada yoksunluktan ya da eksiklikten (yani steresis’ten) tamamlanmaya geçiyoruz. Boş bir evden insanların oturduğu bir eve geçiş ise aynıdan aynıya geçiş, işleyebilecek bir tamamlanmadan işler haldeki bir tamamlanmaya geçiş. İkinci gerçekleşmede steresis yok, yani ev olmayandan eve geçmiyoruz, ev ev olarak korunuyor ve işler hale geliyor. Gerçekleşmenin bu aşamasında ev ev olarak korunduğu, aynı kaldığı için, senin de dediğin gibi Aristo ikinci gerçekleşmeden söz ederken soteria, yani korunma, varlığını sürdürme kavramını kullanıyor.
    Asıl tamamlanmanın ilk gerçekleşmede olduğunu düşünmemin sebebi şu: bir evin ev olması için içinde insanların oturmasına gerek yok, evin inşasının tamamlanmış olması yeterli. Aynı şekilde, algıdan söz edebilmek için birinci gerçekleşmenin tamamlanmış olması yeterli, uyuyan hayvanın da uyanık hayvanın da algılayan bir canlı olduğunu söylemek mümkün. Eğer senin dediğin gibi “eksikliğin asıl tamamlandığı gerçekleşme ikinci anlamdaki gerçekleşme” olsaydı, içinde insanların oturması evden söz edebilmenin koşulu haline gelirdi. Oysa boş bir ev de eksik, tamamlanmamış bir ev değil, gerçek bir ev. Uyuyan hayvanlar uyanık hayvanlardan daha az hayvan değiller. İşte bu yüzden Aristo ruhu ikinci gerçekleşme olarak değil birinci gerçekleşme olarak tanımlayacak.
    O zaman sorun şu: boş ev de insanların yaşadığı ev de tamamlanmışsa ikinci gerçekleşmenin birinci gerçekleşmeden üstün oluşunu nasıl ifade edebiliriz? Bu üstünlüğü “daha tam” olma şeklinde değil, yapmanın yapabilmeden, görmenin görebilmeden, işler halde olmanın işleyebilir olmadan üstün oluşu şeklinde ifade etmekten yanayım. İkinci gerçekleşme işleyebilir bir tamamlanmışlıktan işler haldeki bir tamamlanmışlığa geçiş. Gerçekleşme düzeyleri arasındaki ilişkiyi böyle ifade ettiğimizde hem evin ev sayılması için ilk gerçekleşmenin yeterli olduğunu söylemiş oluyoruz, hem de içinde insanların oturduğu evin boş bir evden daha üstün olduğunu kabul ediyoruz.
    Bu yorumu destekleyen bir argüman da şu olabilir: Aristo entelekheia sözcüğünü yalnızca ikinci gerçekleşme aşaması için kullanmıyor, ilk aşamadan söz ederken de kullanıyor. Hatta “ikinci entelekheia” ifadesi De Anima’da geçmiyor. Bu, Aristo yorumcularının metni daha açık hale getirmek için (bence yerinde bir biçimde) kullandıkları bir ifade.
    Umarım soruna yanıt verebilmişimdir. İleride ruhun tanımına geldiğimde bu ayrımı daha ayrıntılı anlatmayı düşünüyorum.

    YanıtlaSil
  3. merhabalar,yazılarınızı okudum öncelikle teşekkür ediyorum paylaştıklarınız için.Ben 9 Eylül GSF de Heykel bölümünde master yapmaktayım. Kendime araştırma konusu olarak "atık malzemelerin 3 boyutlu değerli nesneye dönüşümünü" seçtim. Ve ayrıca heykel çalışmalarımı da bu yönde sürdürmekteyim şu anda. Benim size sormak istediğim bu konuyu felsefi anlamda ele aldığımda, bu dönüşümün herhangi bir şekilde felsefi olarak yorumlanması mümkün olabilir mi? Eğer olursa bana bu konuda yardımcı olabilirmisiniz?teşekkürler

    YanıtlaSil
  4. Merhaba,
    Ben teşekkür ederim yazıları okuduğunuz için.
    Ne yazık ki hiç bilmediğim bir konuda bilgi istiyorsunuz. Tek aklıma gelen, Melih Başaran'ın bir zamanlar Defter dergisinde yayınlanmış "Çöp" başlıklı zor ama ilginç bir yazısı. Melih Bey, aynı yazıyı son kitabına da koymuştu, yanlış anımsamıyorsam. İsterseniz bir bakın, belki işinize yarar.
    İyi çalışmalar...

    YanıtlaSil