3 Nisan 2010 Cumartesi

A. Jaulin - Aristoteles ve Presokratikler

Bu başlık, ilk bakışta, diğer konferansımın başlığına benziyor: “Nietzsche ve Presokratikler”. Lakin, bu başlıklardaki “ve” bağlacının anlamı birbirlerinden bütünüyle farklı. “Nietzsche ve Presokratikler” başlığındaki “ve” birbirinden bağımsız iki terimi ilişkilendiriyor: yani bir yanda, presokratik metinlerin oluşturduğu külliyatın kendi başına bir varlığı vardır; diğer yanda ise, bu metinleri yorumlayan Nietzsche. Oysa Aristoteles için durum böyle değil. Bizim için Aristoteles “Presokratiklerin kaynağı”dır ve ‘kaynak olma’ açısından Aristoteles’in önemi Platon’a göre çok daha yüksektir. Yani “Aristoteles ve Presokratikler” ifadesinde geçen iki terim, birbirine bağımlıdır: Aristoteles olmasa, Presokratiklerin külliyatı da var olmayacaktır. Presokratikler doksografisinin, yani eserleri kaybolmuş olan yazarların doktrinlerini yeniden inşa etmek amacıyla başvurduğumuz “fikirler derlemesi”nin kökenindeki isimdir Aristoteles (ki başka birçok antik dönem yazarının eserleri bugün aynı şekilde kayıptır). Aristoteles ve onun ardından Theophrastos ve bütün bir Peripatos geleneği, presokratiklerden yaptıkları alıntılarla, geleneksel olarak bu düşünürlere atfedilen metinlerin en büyük kısmının kurucusudurlar. Elbette, bu geleneği kurmuşlardır ama aynı zamanda da yorumlamışlardır. Göreceğiz ki, bu durum, yani başka bir yorumlayıcı çerçeve dahilinde aktarılmış olan bu presokratik metinlerin durumu, felsefe tarihçisine çeşitli özel problemler çıkarmaktadır ama aynı sebeple, felsefe üzerine, felsefenin hikayesi ve tarihi üzerine de hayli zengin bir düşünme imkanı sunmaktadır.

Asıl meselemize geçmeden önce, “Presokratik” terimi hakkında değinilmesi gereken bir iki nokta var. Arkaik dönem yunan filozofları için kullanılan “presokratikler” ifadesi modern döneme aittir ve bu filozofların metinlerinin, Hermann Diels tarafından 1903 yılında Die Fragmente der Vorsokratiker[1] başlığıyla yapılan ilk eleştirel baskısından gelir. Ancak bu terim, “stoacılar” veya “platoncular” gibi terimlerden farklı olarak, belirli bir felsefi okulu belirtmez. “Presokratikler” terimiyle yaptığımız, farklı felsefeleri, historiyografik bir kategori olan tek bir adlandırma altında gruplandırmaktır. Dahası, bu historiyografik kategorinin kronolojik bir anlamı da yoktur: örneğin, hatırlayalım, Presokratikler grubuna yerleştirilen Demokritos, Sokrates’ten (470-399) daha gençtir ve ondan otuz küsur sene sonra ölmüştür. Ayrıca sofistlerin hepsi Sokrates ile aynı dönemde yaşamışlardır. Bu sebeple, bu isimlendirme bazen eleştirilmiştir; Nietzsche, kendi adına, “Platon öncesi felsefeciler” (preplatonisyen) terimini önerir. O halde, “Neyin öncesinde?” ve “neden bundan önce?” sorularını sormak gerekecek. Lakin, oldukça kötü kurgulanmış olan bu kategori, biri olumsuz diğeri olumlu olmak üzere iki sebeple, kendisine yöneltilen eleştirilere direnmiştir. Birinci yani olumsuz olan sebep şudur: muğlaklığı, belirsizliği düşünüldüğünde, bu kategori söz konusu dönemin felsefelerini betimlemek için kullanılabilecek kategorilerin en az kötüsüdür[2]. İkinci yani olumlu olan sebep ise Sokrates ile onu öncelemiş olan düşünürler arasında önemli bir kopuş olduğuna işaret etmesidir. Aristoteles’in anlattığı şekliyle felsefe tarihi, Sokrates ile gerçekleşen kopuşun öneminde ısrar eder. Yalnızca şu var ki, Aristoteles, Sokrates’ten öncekileri adlandırmak için yakın döneme ait olduğunu az evvel belirttiğimiz “presokratikler” terimini değil “fizikçiler” terimini kullanır. Klasik dönem Yunanistan’ındaki felsefi aktörlerin “fizikçiler” olarak isimlendirilmesiyle yapılan sınıflandırma, tarihi bir kategori olan “presokratik” terimiyle yapılan sınıflandırmadan hem ruhu itibariyle farklıdır hem de felsefi açıdan daha tutarlıdır. Bu konuya tekrar geleceğiz.

Sonuç olarak, presokratikler külliyatının inşasında ve bu kavramın kullanılmasını meşrulaştıran sokratesçi kopuşun betimlenmesinde Aristoteles başrolü oynamaktadır. O halde, presokratikler üzerine yapılacak bir çalışma için Aristoteles zorunlu bir aracıdır. Aracılık elbette tarafsız değildir. Cherniss’in[3] presokratik felsefelerin Aristoteles tarafından yapılan tasvirlerine yönelttiği sert eleştiriyi biliyoruz. Lakin Cherniss’in historiyografik kategoriyi muhafaza ettiğini de kayda düşmemiz gerekir. Aristoteles’in yaptığı “inşa”nın Aristoteles’in kendi felsefi duruşuna bağlı olduğu ve “presokratikler” kategorisinin hiçbir tarihsel sıralamaya işaret etmediği gerçeği, bu kategorinin geçerliliğine halel getirememiştir. Yakın dönemden bir uzmanın belirttiği gibi, bu kategorinin başarısı “antik doksografiden ve modern tarihsel-filolojik araştırmalardan elde edilen verileri sentezleyebilir” olmasından kaynaklanır; öyle ki “Aristoteles’in yaptığı ‘yeniden inşa’nın bir felsefi önkabulun ürünü olduğu ve son derece öznel olduğunun kabul edilmesi konusunda uzmanlar arasında giderek artan fikir birliği, bu inşanın antik felsefe çalışmaları için ifade ettiği önemi, geride kalan yüzyıl boyunca, yine de azaltmamıştır. Tam tersine bu fikir birliği, aristotelesçi inşanın daha ince eleyip sık dokuyan bir çalışmaya tabii tutulmasını tetiklemiştir, ki bu çalışma da henüz tamamlanmış değildir. Dahası, Aristoteles’in tanıklığının sert ve titiz bir eleştirel incelemeye tabi tutulması gerektiği bilinci, bu tanıklığın modern historiyografinin (Aristoteles’in tutumunu beğensin ya da eleştirsin) bütün bir yöneliminde oynadığı merkezi rolün vurgulanması sonucunu doğurmuştur”[4]. Yani başka türlü söylersek, Aristoteles’in analizlerinin içeriğinin sebep olabileceği eleştirilere rağmen aristotelesçi olmayan bu “presokratikler” kategorisi kullanılmaya devam etmektedir çünkü Aristoteles’in altını çizdiği sokratesçi kopuşun varlığı inkar edilemez. Görünen o ki tüm eleştiriler de bu noktayı teslim ediyor. Yine de bu modern kavramın Aristoteles için bir anlamı yok; ve bugünkü konferansımızı aristotelesçi sözcüklere tercüme etmek için “Aristoteles ve Fizikçiler” başlığını kullanmamız gerekirdi.

Bu noktaya kadar söylediklerimizi temel alarak, bu sunumun devamını başlıca üç bölüme ayıracağım: ilkin, Aristoteles’in presokratiklerin fikirlerini aktardığı çerçeveyi ele alacağım; daha sonra, Aristoteles’in bu fikirleri felsefi olarak nasıl karakterize ettiği üzerinde duracağım ve nihayetinde son olarak da göreceğiz ki bu düşünürlerin felsefi kurgularının kimi unsurları Sokrates’ten sonra da geçerliliğini koruduğundan, Sokrates öncesi felsefeciler aynı zamanda Sokrates sonrası düşünürler de olabilirler.

Diyalektik Çerçeve

Aristoteles, Platon da dahil olmak üzere kendisinden önce gelen diğer düşünürlerin fikirleri söz konusu olduğunda yaptığı gibi, presokratiklerin fikirlerini de kendi diyalektik yöntemi çerçevesinde ele alır. Bu yöntem bir doksografi ve bir diaporiden oluşur. Diyalektik yöntem, ele alınan bir bilgi alanının ilk ilkelerini ortaya çıkarmaya yöneliktir. Bu yöntemin gerekçesi ise şöyle açıklanır: bir bilgi alanının ilk ilkeleri bu alanın kendi içinden çıkarsanamazlar; aksi takdirde ilk ilke olmayacaklardır. Bu konular, Aristoteles’in diyalektik çalışması olan Topikler’in birinci kitabında izah edilmiştir ve başka birçok çalışmasının da giriş bölümünde kullanılmıştır.

Topikler’de, felsefi bilgiler için diyalektik yöntemin faydasını açıklayan pasaj şöyledir:

“Çalışmamızın, nihayetinde, felsefi bilgiler için kullanışlı olduğu şu şekilde açıklanabilir: her iki yönden de argüman geliştirerek konuyu bir çıkmaz noktasına dek geliştirebilirsek [diapori budur], konuyu ilgilendiren her bir nokta hakkında doğrunun ve yanlışın ne olduğunu da daha kolayca ayırdedebilir hale geliriz. Ayrıca her bir bilimin ilk ilkeleri hususunda da bu çalışmanın bize yardımcı olmasını bekleyebiliriz. Ele aldığımız bilimin kendine has ilkelerine dayanarak bu ilk ilkeler üzerine bir şeyler söyleyebilmek, açıkçası, mümkün değildir; zira ilkeler, diğer bütün her şeyden önce gelirler. O halde, bu ilkeleri çalışmak istiyorsak, her biri hakkında benimsenmiş fikirlere (endoxa) başvurmak bir zorunluluktur [benimsenmiş fikirlerin araştırılması doksografidir]. Bu ise özel olarak yalnızca diyalektiğin işidir; çünkü sorgulayıcı doğası, diyalektiğe bütün disiplinlerin (methodôn) ilkelerine giriş yolunu açar.”[5]

İlk anda gözümüze çarpan nokta şu ki daha önceden dile getirilmiş fikirlerin araştırılmasının temelinde, Aristoteles felsefesiyle ve bu felsefenin bazı özel önermeleriyle ilgili yöntemsel meseleleri ilgilendiren bir gerekçe var. İlkelerin çıkarsanamazlığı bu özel önermelerden biri ve aynı zamanda Aristoteles’in çıkarım teorisinin temel tezlerinden biri. Aristotelesçi diyalektik, platoncu diyalektikten farklı olarak, doğrunun keşfedilmesinde kullanılan, lehte ve aleyhte argüman geliştirmeye yönelik formel bir kapasitedir. Aristoteles düşüncesinde, diyalektiğin başlıca felsefi kullanımı da her bir bilgi alanının ilkelerinin keşfinde bulunur, çünkü bu ilkeler ele alınan alanın kendi içinden hareketle inşa edilemezler. O halde, ilkelerin inşası amacıyla daha önceki fikirlerin araştırılmasını gerektiren şey Aristoteles’in bilim teorisidir. Yani, bu fikirler, Aristoteles’i ilgilendiren bilgi alanları temelinde araştırılacak ve derleneceklerdir. Bilimlerin bölümlere ayrıştırılmasının presokratiklerin gözünde de aynı şekilde yapıldığını söyleyemeyiz. Hatta onlar için bilimlerin böyle bölümlenmediği kesindir; "presokratikler" olarak adlandırılmalarının sebebi de tam olarak budur.

Sonuç olarak, daha önceki fikirlerin aristotelesçi derlenmesi, yani doksografi, Aristoteles’in felsefesine özgü bir perspektif ile düzenlenmiştir. O halde, bu doksografinin tarihi bir historiyografiden ziyade felsefi bir historiyografiyle bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz[6]. Aristoteles bir felsefe tarihçisi değildi; kendi mevcut ilgileri doğrultusunda daha önce ortaya atılmış fikirleri bir araya toplayan bir filozoftu: bu açıdan Aristoteles’in giriştiği doksografi çalışması, tarzı itibariyle, örneğin, Diogenes Laertios’un[7] yaptığından ciddi şekilde farklıdır, ama Laertios’un da felsefi önkabullerden bütünüyle arınık olduğu söylenemez. Diogenes Laertios’tan farklı olarak Aristoteles, bahsettiği filozofların hayatlarını asla anlatmaz. Aslında, Aristoteles için kendisinden önce gelen filozoflar, metodolojik ilkelerce özenle düzenlenmiş bir mekanizma içine, yanı diaporetik inceleme mekanizması içine, doğruya ulaşmak amacıyla yerleştirilmiş argümanlar gibidirler. Önceki filozofların fikirleri üzerine yapılan irdeleme her zaman eleştireldir. Bu irdelemeyi gerektiren şey ise, söz konusu fikirlerin sunumunu hangi eserin başında buluyorsak o eserin çalışma alanında hakikate ulaşma arayışıdır. Ruh Üzerine adlı eserin girişinde, bu fikirlerin araştırmanın başına yerleştirilme şekli bizzat Aristoteles’in kendi ağzından bunların nasıl kullanıldığını açıklıyor:

“Ruh üzerine yaptığımız incelemede, bizden öncekilerin bu konuda ne söylediklerini, çözülmesi (euporein) gereken güçlükleri ortaya sermek (diaporein) suretiyle derlememiz gerekir ki böylece haklı oldukları noktaları benimserken yanıldıkları noktalara karşı da tedbirli olalım.”[8]

Doksografi, metodolojik araştırmadan asla bağımsız değildir. Aristoteles’in nasıl çalıştığını örneklendirmek amacıyla, aynı işleyişi, aşağı yukarı aynı yoğunlukla sergileyen mekanizmalardan üç ayrı örnek vereceğim. İşleyişin genel çerçevesi şöyledir: konuya genel bir girişin ardından, daha önceden dile getirilmiş fikirlerin sunumu ve eleştirisi yapılır. Örneklerimiz Ruh Üzerine, Fizik ve Metafizik adlı eserlerden. Bu metinlerin her birinde, genel giriş, eserin problematiğini ‘ilkeler ve nedenler araştırması’ olarak karakterize edilen bilgi bütününün içine yerleştirir. En kısa giriş Fizik’inkidir; bu eserin ilk bölümü kısa ve özdür. En uzun giriş Metafizik’inkidir (iki bölüm); Ruh Üzerine’nin girişi ise uzunca tek bir bölüm ile ortadadır. Fikirlerin sunumu, çalışmanın temasının belirlenmesini ya da objesinin tanımlanmasını sağlar. Ruh üzerine incelemede fikirler hakkında yapılan ilk irdeleme, bu şekilde ruhun bir tanımına ulaşır:

“O halde diyebiliriz ki bütün düşünürler ruhu üç şey ile tanımlıyorlar: hareket, duyum ve bedensiz olma. Bunların her biri de ilkelere bağlanmıştır.” (405b 11-13)

Bu ilk tanım metnin devamında geliştirilecek ve Aristoteles’in eleştirisine tabi tutulacaktır. Görüyoruz ki diyalektik yöntem ilkelerin araştırılması amacıyla kullanılıyor ve araştırılan ilke türü de tanım. Daha önceki fikirler üzerine yapılan en uzun sunumu Metafizik’te buluyoruz; bütün bir ilk bölüm bu sunuma ayrılmıştır. İkinci kitap ise çözülmesi gereken sorunların toplamını oluşturan güçlüklerin bir listesine ayrılmıştır ve bütün bir eserin de bir tür “İçindekiler” tablosu gibidir. Metafizik’teki fikirler sunumu hakkında ilginç olan nokta şudur ki bu sunumu Aristoteles, aynı zamanda kendisinin Fizik’te açıkladığı ‘nedenler teorisi’nin de bir teyidi olarak görmektedir. Buradaki doksografik çalışma aristotelesçi ‘ilkeler teorisi’nin sağlaması gibidir:

“Bir kaç kelimeyle ve kısaca ilkeler ve doğru hakkında neyin nasıl söylenmiş olduğunu ele aldık. Bundan da en azından şu sonuca varıyoruz ki ilke ve neden üzerine fikir beyan etmiş olanların hiç biri bizim doğa üzerine incelemelerimizde ayırt etmiş olduklarımız dışında [yeni bir tane] söylememişlerdir. Aksine her biri, belirsiz bir biçimde de olsa, açıkça bu ilkelere ve nedenlere değinmişlerdir.”[9]

Fizik’te, fikirlerin irdelenmesi, ilkeler hakkında öne sürülen teorilerle ilgili olası bölümlemelerin ele alındığı bir çerçeve içine yerleştirilmiştir. Bu sebeple, buradaki irdeleme belirgin bir şekilde mantıksal şemalarla biçimlenmiştir:

“Lakin ya bir tek ya da birden fazla ilkenin olması gerekir. Ve yalnızca bir tane ise bunun da ya, Parmenides ve Melissos’un dediği gibi, hareketsiz ya da, fizikçilerin dediği gibi, hareket ettirilmiş olması gerekir; bu fizikçilerin kimisine göre ilk ilke hava kimisine göre sudur. Ama ilkeler birden fazla ise, sınırlı ya da sınırsız sayıda olmaları gerekir. Fakat sınırlı sayıda ve birden fazla iseler, iki, üç, dört veya başka sayıda olmalılar; sayıları sınırsız ise, ya, Demokritos’un düşündüğü gibi, tür itibariyle tek, ama dış yapılanmaları ya da en azından cins itibariyle farklı olmalılar veya zıt olmaları gerekir.”[10]

Bu örnekler gösteriyor ki aristotelesçi doksografilerin içinde bulunduğu çerçeve, daha önce dile getirilmiş olan fikirler arasında yapılan ve Aristoteles’in kendi felsefi ilgilerince belirlenmiş bir seçime işaret ediyor. Aristoteles’in yaptığı historiyografi açıkça kendi sistemi tarafından yönlendirilmiştir ve Hegel’in yadsımayacağı biçimde, Aristoteles’ten önce gelen bütün düşünürler, Aristoteles felsefesinin kendisinde temsilini bulmuş olan, felsefenin nihai evresine yönelik etaplar olarak sıralanmışlardır. Bu, presokratiklerin fikirlerinin Aristoteles tarafından deforme edildikleri anlamına gelmez; ama basitçe bu düşüncelerin kendi bağlamları dışında sunulmuş olmaları, bir deformasyon olabilir; ki bu fikirlerin yeniden inşa edilmesi yönündeki çabalar bu deformasyonu çözmeye çalışacaklardır. Bazen bizzat Aristoteles, aldığı kimi kavramları, yeniden kullanmadan önce, açıkça kendi diline çevirir. Farklar konusunda Demokritos ile yaptığı gibi:

“Anlaşılan o ki Demokritos üç fark olduğunu düşünüyor ([var olanlara] özne teşkil eden bedenin, yani maddenin bir ve aynı olduğunu ama ya dış yapılanma, yani görünüş itibariyle; ya yönelimi, yani pozisyonu itibariyle; ya da dizgesi, yani düzeni itibariyle farklılaştığını düşünür[11]). Ancak görüyoruz ki başka bir sürü fark vardır.”[12]

Sonuç olarak açıkça anlıyoruz ki, aristotelesçi doksografi tarihsel historiyografi değil felsefi historiyografi sınıfındandır. Fikirler, Aristoteles tarafından sunuldukları şekliyle presokratiklerin bilmediği bir diyalektik kullanım çerçevesinde aktarılmıştır. Bu kullanım “reforme edilmiş” felsefeye, yani sokratesçi reformun ardından geliştiği şekliyle felsefeye aittir ve presokratikler için bu ismin kullanılmasını açıklayan nokta da tam olarak budur.

Şimdi Aristoteles için presokratiklerin kimler olduğuna ve ne tür bir felsefe yapmış olduklarına bakmak gerekecek. Bir yandan a) Aristoteles’in presokratiklerinin, modern felsefe tarihlerinde bu isim altında sınıflandırılanlarla tam olarak örtüşmediğini ve diğer yandan da b) Aristoteles’in, ele aldığı düşünürleri kendi felsefi araştırmasına hangi felsefi perspektif ile dahil ettiğini göreceğiz.

Presokratikler kimdir? Felsefeleri nedir?

Bugün presokratiklerle ilgili derlemelerde adı geçen düşünürlerin bütün hepsi, Aristoteles tarafından bu gruba dahil edilmemişlerdir. En belirgin farklılık, sofistlerin eksikliğidir. Aristoteles yalnızca fizyologlar ya da fizikçiler olarak isimlendirdiği doğa felsefecilerini presokratikler olarak görür. Thales’ten Pitagorisyenlere, Anaksimandros, Anaksagoras, Demokritos, Leukippos, Empedokles, Herakleitos, Parmenides, Melissos ve Zenon Aristoteles’in eserlerinde tartıştığı presokratiklerdir. Aristoteles tarafından yalnızca doğa felsefecilerinin presokratikler olarak kabul edilmesi felsefe tarihi anlayışıyla açıklanabilir: Aristoteles’e göre, aralarındaki farklılıklara rağmen Sokrates ve onun ardından Platon tarafından temsil edilen diyalektik veya mantıksal araştırma tarzı ile felsefe tarihinde bir kopuş gerçekleşmiştir. Bu nokta, metafizik incelemelerin çeşitli yerlerinde dile getirilir. Örneğin:

“Çalışmamız töz üzerine, çünkü tözlerin ilkelerini ve nedenlerini araştırıyoruz [...]. Eskiler bile buna tanıklık ederler, çünkü onlar da tözün ilkelerini, unsurlarını ve nedenlerini araştırıyorlardı. Bugünün filozofları ise daha ziyade evrensel olanları töz olarak koyuyorlar; çünkü araştırmalarının diyalektik tarzı dolayısıyla, asıl ilke ve töz olarak kabul ettikleri türler (genos), evrensellerdir. Eskiler ise, ateş gibi toprak gibi tikel şeyleri töz olarak koyarlar, bütün bunlara ortak olan beden [değildir onlar için töz]”[13]

Metafizik’in birinci kitabındaki (A,1-4) doksografiden biliyoruz ki pitagorisyenlere kadar, fizikçiler tarafından ortaya konulan nedenler yalnızca maddi neden ve hareket ettirici nedenlerdi. Matematikçi olan Pitagorisyenler ise, var olanların tözlerinin sayılar olduklarını düşünürler; fakat nedenler teorisi konusundaki asıl kopuş Sokrates ile ortaya çıkacaktır. Sokrates, tanım yapmaya çalışırken, evrensel nosyonları araştırmaya girişmiştir. Aristoteles bu konuyu çeşitli kereler ele alır. Aşağıdaki alıntıda bu tema sentetik bir biçimde ifade edilmiştir:

“Hak ettiği gibi, Sokrates’e atfedebileceğimiz iki şey vardır: tümevarımlı akıl yürütme ve evrenseller ile tanım yapma. Çünkü bu yöntemlerin her ikisi de bilimin ana ilkeleridirler. Lakin Sokrates ne evrensellere ne de tanımlara ayrı bir var oluş atfeder; onlar [Platoncular] ise, tersine, bunları ayırmış ve var olan şeylerin evrensellerine ve tanımlarına İdeler adını vermişlerdir; o kadar ki, bu düşünürler için, aşağı yukarı aynı akıl yürütme sonucunda, evrensel olarak söylenen her şey için İdelerin var olduğu neticesi çıkmıştır.”[14]

Sokrates doğa üzerine araştırma yapmakla ilgilenmez; kendini etiğe ve bu alana ilişkin tanımları aramaya vakfetmiştir. Sokrates’te konu artık doğa (physis) olmaktan çıkmış, dil ve uslamlamalar (logos) haline gelmiştir. Sokratesçi kopuşa ilişkin bu betimleme Aristoteles’in buluşu değildir. Aristoteles yaptığı betimlemede, Phaidon diyalogunda Platon’un Sokrates’e söylettiği sözleri alır. Burada Sokrates, “düzenleyici ve evrensel neden anlaktır (noùs, fr. intelligence)” diyen Anaksagoras’ın teorileri hakkında konuşulduğunu duyduğunda nasıl umutlandığını açıklar:

Şöyle düşündüm: eğer durum buysa, eğer düzene koyan şey anlak ise bu, her şeye düzen vermeli ve her bir şeyi mümkün olan en iyi biçimde koymalıydı. O halde, bir şeyin nasıl oluştuğunu, nasıl yok olduğunu veya nasıl var olduğunu araştırmak isteyen birinin aynı zamanda bu şey için var olmanın, bir şeye [pasif olarak] maruz kalmanın veya [aktif olarak] herhangi bir şey yapmanın en iyi halinin ne olduğunu da keşfetmesi gerekirdi. Bu uslamlamadan hareketle, bir insan için araştırmaya değer olan tek konunun da kendisi için veya başka şeyler için ‘mükemmel’in ve ‘en iyi’nin araştırılması olduğu kanaatine vardım.”[15]

“Mükemmel ve en iyi” hakkındaki düşüncelerin Sokrates için nasıl “tek araştırma konusu” haline geldiğini ve “bir şeyin nasıl oluştuğu, nasıl yok olduğu veya nasıl var olduğu” araştırmasının yerini aldığını açıkça görüyoruz. Yani fizik hakkındaki bir araştırmanın yerini etik araştırması almıştır. Başka türlü söylersek, etiğin alanına giren ve özel olarak insanı ilgilendiren ‘iyi’ üzerine yapılacak bir araştırma, ‘oluş ve yok oluş’ üzerine yapılacak bir doğa felsefesi araştırmasına tercih edilmiştir. Böylece, Sokrates ile birlikte felsefenin hedefinde bir değişiklik gerçekleşmiştir. Ancak Sokrates’in sözü burada bitmez ve bu ilk değişiklik bir ikincisine yol açar. Çünkü Sokrates’in anlak ve Anaksagoras hakkında beslediği umut boşa çıkacaktır; bu hayal kırıklığı da Sokrates’i Anaksagoras’ın ve diğer fizikçilerin referans yaptığı maddi nedenlerden farklı nedenleri aramaya ve bu nedenleri bulmak üzere uslamlamalar (logois) yapmaya yönlendirecektir:

“Beslediğim bu muhteşem umudu terk etmem gerekti, dostum, ve ayaklarım yere değdi. Çünkü okumaya devam ettikçe, anlağı hiç kullanmayan bir adam gördüm! Şeylerin düzene konulması noktasında anlağa hiçbir sorumluluk yüklemiyor, havayı, etheri, suyu ve bunlarla birlikte başka bir sürü farklı ve garip şeyleri nedenler olarak öne sürüyordu! [...]. Bütün bunlardan sonra, var olan şeyleri incelemekten yoruldum; [...]. Yapılması gereken şu gibi gözüktü bana: uslamlamalara sığınmak ve var olanların hakikatini, bu uslamlamalar içinden incelemek.”[16]

“Uslamlamaların içinden” yaptığı araştırma, Sokrates’i, kendinde-şey’i ona katılan birden çok şeyin nedeni olarak koymaya yöneltmiştir: bu şekilde, kendinde-güzel olan, güzel olan birden çok şeyin nedenidir. Nedenlerin uslamlamada veya mantıksal lahzalarda aranmasına bağlı bir şekilde, evrenseller de nedenler olarak ortaya çıkıyor.

O halde, Platon’un Phaidon diyalogunda aktardığı şekliyle Sokrates’in otobiyografisinden hareketle: a) Aristoteles’in fizikçileri neden presokratikler olarak (böyle adlandırmasa da) belirlediğini, b) sofistlerin neden bu gruba dahil olmadığını (çünkü onların etkinliği yalnızca dil üzerinedir), c) Aristoteles’in presokratiklere neden hiçbir etik teorisi atfetmediğini anlıyoruz. Aristoteles presokratiklere hiçbir etik teorisi atfetmemiştir, çünkü fizik, ele aldığı şeyleri, olması gerektikleri gibi ya da en iyi hallerinin ne olacağı sorusu açısından değil, oldukları gibi çalışır. Buradan çıkan sonuç şudur: “presokratikler” kavramının içeriği Aristoteles için ve biz modernler için farklıdır. Bu noktanın altını çizmeliyiz çünkü içerik konusundaki bu farklılık dolayısıyladır ki presokratikler Aristoteles’in gözünde aynı zamanda “post-sokratikler”de olabilirler ve olmalıdırlar.

Sokrates’ten sonra presokratikler

Aslına bakılırsa sokratesçi kopuş kesintisiz bir gelişme olarak ortaya çıkmıyor. Şüphesiz, Sokrates ve onun ardından Platon, fizikçiler tarafından ihmal edilmiş bir nedene, Aristoteles’in formel neden diye adlandıracağı nedene dikkat çekmişlerdir ve bu, bir şeyin varlığını, var olmasının zorunlu koşullarına indirgemeden açıklamanın gerekliliğinin altını çizer. Zorunlu nedenler ve yeterli neden arasındaki ayrımdan bahsediyoruz. Phaidon’daki Sokrates bu farkı “gerçekten neden olan şey ile kendisi olmadan nedenin de asla neden olamayacağı şey”[17] arasındaki farklılık olarak açıklar. Bu iki neden arasındaki farklılığı, yani yan nedenlerle gerçekten neden olan neden arasındaki farkı Sokrates kendi durumunu örnek vererek resmeder. Bu örnek hiç şüphesiz yön değiştirmiş bir örnek, zira fizik alanından değil etik alanından bir örnektir: Sokrates’in, mahkum edildiği cezadan kaçmama tercihi örnek olarak alınmıştır; bu tercih elbette kendisini mümkün kılan maddi nedenlere indirgenemez:

“Şüphesiz, biri gelip de bana bütün bu kemiklerden, kaslardan ve sahip olduğum diğer şeylerden yoksun olsaydım, böyle bir durumda, iyi olduğuna karar verdiğim şeyi de yapamayacak halde olacağımı söylese, bu noktada evet, hakikati söylemiş olurdu. Fakat, yaptığım şeyi, evet anlak ile yaptığımı ama en iyi olanı seçtiğimden değil de saydığı bu şeyler sebebiyle yaptığımı söylerse, bu fütursuzca konuşmak olur. Bu şekilde konuşmak, burada birbirinden ayrı iki şey bulunduğunu görememek olur: gerçekten neden olan şey ve kendisi olmadan nedenin de asla neden olamayacağı şey. Lakin, bana öyle geliyor ki insanların çoğu bu ikincisine ‘neden’ ismini vererek karanlıkta yol bulmaya çalışıyorlar ve bu ismi ait olmadığı bir yerde kullanıyorlar. Bu sebeple, bazısı, Yer’i bir anafor ile çevreleyip, gökyüzünün etkinliğine başvurarak Yer’i hareketsiz kılıyor; diğeri Yer’i çok büyük ve yayvan bir tepsi gibi düşünüp, havayı da ona destek olması için alta yerleştiriyor.”[18]

Burada eleştirilen teoriler açıkça presokratik fizikçilerin (Empedokles ve Anaksimandros) teorileri. Sokrates’e göre, bu teorilerin başvurduğu maddi nedenler, yan nedenlerdir ve evrenin genel düzenini veya fenomenlerdeki istikrarı açıklamaya kabil değillerdir. Aristoteles, presokratiklerin başvurduğu nedenlerin yetersizliği konusundaki bu eleştiriyi alacak[19] ama Sokrates’in çözümünü benimsemeyecektir: Sokrates’in verdiği örnek, yani fizik alanından etik alanına kaymış bu örnek, Sokrates’in ‘en iyi olan’a yönelik tercihini, davranışının nihai gerekçesi yapmıştır. Ancak, eylemde bulunan kişinin tercihinin devreye sokulamayacağı fizik alanında işler nasıl gerçekleşmektedir?

Aristoteles Phaidon’un Formlar teorisini hareketi açıklamamakla, başka türlü söylersek hareket ettirici nedenin hesaba katılması gerektiğini görmemekle eleştirecektir: var olan şeyler, tanımları için bir forma “katılabilirler”, mesela güzel şeyler kendinde-güzel’e “katılabilir”, ama güzel şeyler nasıl oluyor da bir sanatçı ya da hareket ettirici bir neden olmadan varlık kazanabiliyorlar? Yani, formlar, nedenler teorisinin tamamını açıklamıyor:

Phaidon’da Formların var oluşun ve oluşmanın sebepleri olduğu söylenmiştir; lakin, formların varlığı kabul edilse bile, bunlara katılan şeyler, harekete geçirici bir neden olmadıkça oluşmazlar; oysa bir ev gibi, bir yüzük gibi, formu bulunmadığı söylenen başka bir sürü şey oluşuyor. Sonuç olarak, açık ki, başka şeylerin de, bu bahsettiğimiz şeyleri meydana getiren aynı sebeplerle, var olması ve oluşması mümkündür.”[20]

Bir Formlar teorisi koymak kesin olarak gereklidir; ancak bu teori, ne oluşu ve yok oluşu ne de genel olarak hareketi açıklayabilecektir. “Bilgelik, görünür şeylerin nedenini araştırdığı” halde, Platoncu İdeler teorisi “değişimin kökenindeki neden hakkında hiçbir şey” söylemez, o kadar ki “doğanın incelenmesi bütünüyle lağvedilmiştir”[21]. O halde, eğer doğayı, ya da aristotelesçi tanımıyla söyleyecek olursak, “bir şeyin doğrudan kendinde taşıdığı hareket ve durağanlık ilkesi”[22] olan doğayı açıklamak istiyorsak, hareket ettirici nedeni savunmak gerekecektir. Phaidon’un tezlerinin ve bu tezlerin oluşu açıklamadaki yetersizliğinin[23] sürekli eleştirilmesinin ve oluşun analiz edilmesinde Demokritos’un Platon’a tercih edilmesinin sebebi budur:

“Platon’un araştırması yalnızca şeylerin oluşması ve yok olmasının koşullarını araştırmakla sınırlı kalmıştır; ayrıca, oluşu bütünüyle ele almamış yalnızca öğelerin oluşmasını tartışmıştır: etin, kemiğin veya bunlar gibi başka şeylerin nasıl ortaya çıktığı hakkında hiçbir şey söylememiştir. Aynı şekilde, dönüşüm veya büyümenin şeylerde nasıl gerçekleştiği konusunda da konuşmamıştır. Genel olarak bu konularda, Demokritos dışında kimse yüzeysel bir çalışmadan daha ötesine gitmemiştir. Demokritos ise bütün bu problemler üzerine özenle düşünmüş ve önerdiği çözümlerle ta başından beri diğerlerinden ayrılmıştır.”[24]

Phaidon’un tezlerine karşı Demokritos’a birçok kez olumlu göndermeler yapılıyor[25]. Genel olarak diyebiliriz ki, Sokrates ile meydana gelen kopuşun ardından, fiziği yeniden kurma projesi, Aristoteles’i, fizikçilerin tezlerini, düzelterek, yeniden ele almaya yöneltmiştir; öyle ki presokratikler için, Sokrates’ten sonra da bir gelecek vardır.

Sonuç

Aristoteles presokratiklerin hikayesinde büyük bir rol oynamıştır. Bu külliyatın korunması ve aktarılmasının kökenindeki isimdir; bu açıdan Aristoteles’e “presokratiklerin kaynağı” diyebiliriz. Kendi anlayışı uyarınca, bu kavrama felsefe tarihindeki anlamını o kazandırmıştır: bunlar, diyalektik kopuştan önceki ve çalışma konusu fizik olan, fizikçi felsefecilerdir. Bu şekilde, Aristoteles presokratikleri bugün yapılandan farklı bir şekilde tanımlamıştır. Sofistler, onun için presokratik değildir. Sofistler, diyalektiğin kaynaklarını felsefi olmayan bir biçimde kullansalar da, onlar da Sokrates gibi, diyalektik felsefeden gelmişlerdir.

Şu var ki, presokratik felsefenin bu şekilde fizik olarak karakterize edilmesi, bu felsefeye Sokrates sonrasında da bir gelecek kazandırmıştır. Burada Aristoteles’in fizikçilerle bütün yazıları boyunca takip edilebilecek kesintisiz diyalogunu sunmak mümkün değil. Bu kesintisiz diyalog, fizikçilerin tezlerini diyalektik sonrası bir bağlama yerleştiriyor ve bu bağlam muhtemelen bu tezlerin ruhunu da değiştiriyor. Aristoteles’in ‘yeniden inşa’sına yönelik eleştiriler buradan kaynaklanıyor. Yine de Aristoteles’in historiyografisi tarihsel değil felsefidir. Bununla birlikte, presokratiklere atfedilen bu “fizikçi” kimliğinden şüphe etmeli miyiz? Phaidon’da Sokrates’çe dile getirilen platoncu eleştiriye karşı presokratikleri savunmanın felsefi bir ehemmiyeti var: “fizikçi” unvanı bu filozoflar için bugün hala prestijli bir unvan. Yakın zamanda, teorik fizik alanında çalışan bir araştırmacı Anaksimandros’a, zamanının yaygın kabullerinden bir kopuş niteliğinde olan ve bu isme layık ilk fizik teorisinin keşfini atfedebilmiştir. Gerçekten de, Anaksimandros, Yer’i gökyüzünde “süzülür” şekilde düşünen ilk filozoftur: gökyüzü yalnızca Yer’in üzerinde değildir; Yer’i bütünüyle çevrelemiştir. Bu fikir, Yer’e bir kolon ya da tosbağa gibi katı bir destek atfeden daha önceki bütün temsillere aykırıdır[26]. Bu, Sokrates’in Phaidon’da “havayı da ona [Yer] destek olması için alta yerleştiriyor” diye tarif ettiği düşünür için kayda değer bir iade-i itibardır.

Fransızcadan çeviren: Refik Güremen



[1] Berlin, Weidmann. Diels hayattayken başka baskıları yapılmıştır (1906-10, 1912, 1922). Son baskıya bir Namen und Stellenregister eklemiş, Walter Kranz ise bir Wortregister ile katılmıştır. 1934-37 ve 1951-52 baskıları W. Kranz tarafından güncellenmiştir. Eserin “Diels-Kranz” diye alıntılanması burada gelir. Kant’in hasımlarından Eberhard, ‘presokratikler’ tabirini 1788’te bir felsefe tarihi kitapçığında kullanmıştı.

[2] Üeberweg de "pre-atik felsefe" tabirini önermişti, bkz. Grundriβ der Geschichte der Philosophie I Die Philosophie des Altertums (Berlin, Mittlrer, 1926 ; 1863 ilk baskı).

[3] H. Cherniss, Aristotle’s Criticism of Presocratic Philosophy, [1935], New York, Octagon Books, 1964.

[4] A. Brancacci, "Introduction", s. 8, M. Dixsaut, A. Brancacci, Platon , source des Présocratique (Paris, Vrin, 2002) icinde.

[5] Jaulin’in başvurduğu çeviri: Aristote, Topiques, I, 2 (101a34-b4), çev. J. Brunschwig, Paris, Belles Lettres, 1967.

[6] Burada M. Frede tarafından yapılan bir ayrımı alıyorum, bkz. "Doxographie, historiographie philosophique et historiographie historique de la philosophie", Revue de Métaphysique et de Morale, özel sayı, "La doxographie antique", 1992, sayı 3.

[7] Diogenes Laertios, Vies et doctrines des Philosophes illustres (Paris, Livre de poche, 1999). Hayatı üzerine ve tam olarak hangi tarihlerde yaşadığı hakkında bilgi sahibi değiliz. Alıntı yaptığı felsefecileri ve değinmediklerini göz önüne alarak III yy.’nin ilk yarısında yaşamış olabileceği düşünülüyor. M. O. Goulet-Cazé, Laertios hakkında şöyle yazıyor: "Diogenes seçkin bir felsefeci değildir ama daha ziyade derin bilgisi olan bir felsefe tarihçisidir."

[8] D.A., I, 2, 403b 20-24.

[9] Metafizik, A, 7, 988a 19-24.

[10] Fizik, I, 2, 184b 15-22.

[11] Bkz.A 4, 985b 15-19.

[12] Metafizik, H, 2, 1042b 9-13.

[13] Metafizik, Λ, 1, 1069a 18-30.

[14] Met., N, 4, 1078b28-34 ; ayrıca bkz. A, 6, 987b 1-12.

[15] Phaidon, 97 c-d.

[16] Ibid., 98b-99e.

[17] 99b.

[18] 99a-c.

[19] Met., A, 5, 987a2-14

[20]Metafizik, A, 991b 3-8.

[21] Ibid., 992a 24-b9.

[22] Fizik, II, 1, 192b 22.

[23] Bkz. Oluş ve Yok oluş., II, 9, 335b 7-20.

[24] Oluş ve Yok oluş., I, 2, 315a 29-b1.

[25] Ibid., I, 7, 323b10 ; I, 8, 325a1.

[26] Carlo Rovelli, Anaximandre de Milet ou la naissance de la pensée scientifique (Paris, Dunod, 2009).

1 yorum:

  1. Merhaba Hakan,
    Blogunuzu sevgili Ömer Aygün'den öğrendim.Öncelikle paylaşımlarınız için gönülden teşekkür ederim. Kısaca yazmam gerekirse marmara gsf resimde sanatta yeterlilik(doktora) yapıyorum Çağdaş sanatta beden algısı üzerinebir tez yazıyorum tezimin ilk bölümünde platon(kısaca) aristo ve descartes'a baktım ve bir metin yazdım ve burdaki metinlerden çok yararlandım başka sorularım da var haberleşebilir miyiz? nazlipektas@yahoo.co.uk adresim bana yazarsanız çok sevinirim zira aydınlanmam gereken konular çookkk
    selamlar
    nazlı pektaş

    YanıtlaSil