Deleuze’ün Claire Parnet’yle birlikte yazdığı Diyaloglar’ın Deleuze’ün ölümünden (yani 1995’ten) sonraki baskılarında ek olarak üç dört sayfalık kısa bir yazı var. Adı “Edimsel ve Virtüel”. Bildiğim kadarıyla bu, Deleuze’ün yaşarken yayınlanmayıp da ölümünden sonra yayınlanan tek metni (50’lerin başında yazdığı “Issız Adalar”ı ve ara sıra sağda solda yayınlanan mektuplardan parçalar vb. metinleri dışarıda tutarsak). Zaten Deleuze Abécédaire’de ölümünden sonra geriye yayınlanmamış büyük bir yapıt falan bırakmayacağını söylüyordu. Bir konuda son sözü söylemeye inanmadığı için, felsefe onun için hep “ortadan başlamak” demek olduğu için geriye bir opus postumum bırakmamıştı.
David Lapoujade, bu metnin Deleuze'ün ölümünden önce yayınlanmış son metin olan "İçkinlik: bir yaşam..."ın devamı olduğunu söylüyor (G. Deleuze, Deux régimes de fous, yay. haz. D. Lapoujade, Minuit, 2003, s. 359, dipnot). Anne Sauvagnargues’a göre, “Edimsel ve Virtüel” büyük olasılıkla Cinéma 2’yle aynı dönemde, yani seksenlerin ortasına doğru yazılmış (Le Vocabulaire de Gilles Deleuze, yay. haz. R. Sasso ve A. Villani, 2003, s. 28), çünkü aynı/benzer kavramlar kullanılıyor, ortak problemler var. Eğer tahmin doğruysa bu, Deleuze’ün son yazılarından biri değil. Ölümünden aşağı yukarı on yıl önce yazılmış. Ama yazıda bir son yazı havası da var. Her şey çok hızlı gelişiyor; boşluklar, atlamalar, ilk bakışta hiç anlaşılmayacak gibi duran yerler var. Bunlar Deleuze’ün kendi için aldığı notlar mı yayınlamayı düşündüğü bir makalenin taslakları mı belli değil. Çok az vakti olan birinin alelacele yazdığı notlar gibi. Daha doğrusu, Deleuze’ün Kritik ve Klinik’in son yazısında Ethica V için, “üçüncü Ethica” için dediği şey “Edimsel ve Virtüel” için de geçerli: “aklı başında bir insanın düşüncesini sergilemesinden çok bir köpeğin araştırmalarına benzer” bir yöntemle yazılmış (Critique et Clinique, s. 185). Sezgilerle, görülerle, yıldırım hızıyla ilerleyen bir düşünce. Bu yüzden izlemesi, anlaması zor; daha çok bir taslak izlenimi veriyor.
Diyaloglar’ın Ali Akay çevirisinde bu metnin Türkçesi yok (çevirinin yapıldığı dönemde henüz Fransızcası da yayınlanmamıştı galiba). Metnin çeviri açısından çıkardığı en büyük zorluk şu: virtuel, actuel, force, image gibi Deleuze’ün farklı dönemlerde yazılmış birçok kitabında kullanılan kavramların nasıl çevrileceğine karar vermek gerek. Zaten Deleuze hızlı gidebilmesini kısmen, “Edimsel ve Virtüel”de bir araya getirdiği şeyleri başka kitaplarında uzun uzun anlatmış olmasına borçlu. Metnin bu başka kitaplarla bağlantılarını, çeviriyle ilgili tercihlerimi, örneğin neden virtüeli gücül, gizil ya da sanal diye çevirmediğimi ilerde anlatmaya çalışacağım (dogmatik değilim, tartışmaya açığım, virtüeli böyle çevirmeye devam etmemin nedeni henüz ikna edici bir karşı-argümanla ya da öneriyle karşılaşmamış olmam). Metnin çevirisi şimdilik şöyle:
David Lapoujade, bu metnin Deleuze'ün ölümünden önce yayınlanmış son metin olan "İçkinlik: bir yaşam..."ın devamı olduğunu söylüyor (G. Deleuze, Deux régimes de fous, yay. haz. D. Lapoujade, Minuit, 2003, s. 359, dipnot). Anne Sauvagnargues’a göre, “Edimsel ve Virtüel” büyük olasılıkla Cinéma 2’yle aynı dönemde, yani seksenlerin ortasına doğru yazılmış (Le Vocabulaire de Gilles Deleuze, yay. haz. R. Sasso ve A. Villani, 2003, s. 28), çünkü aynı/benzer kavramlar kullanılıyor, ortak problemler var. Eğer tahmin doğruysa bu, Deleuze’ün son yazılarından biri değil. Ölümünden aşağı yukarı on yıl önce yazılmış. Ama yazıda bir son yazı havası da var. Her şey çok hızlı gelişiyor; boşluklar, atlamalar, ilk bakışta hiç anlaşılmayacak gibi duran yerler var. Bunlar Deleuze’ün kendi için aldığı notlar mı yayınlamayı düşündüğü bir makalenin taslakları mı belli değil. Çok az vakti olan birinin alelacele yazdığı notlar gibi. Daha doğrusu, Deleuze’ün Kritik ve Klinik’in son yazısında Ethica V için, “üçüncü Ethica” için dediği şey “Edimsel ve Virtüel” için de geçerli: “aklı başında bir insanın düşüncesini sergilemesinden çok bir köpeğin araştırmalarına benzer” bir yöntemle yazılmış (Critique et Clinique, s. 185). Sezgilerle, görülerle, yıldırım hızıyla ilerleyen bir düşünce. Bu yüzden izlemesi, anlaması zor; daha çok bir taslak izlenimi veriyor.
Diyaloglar’ın Ali Akay çevirisinde bu metnin Türkçesi yok (çevirinin yapıldığı dönemde henüz Fransızcası da yayınlanmamıştı galiba). Metnin çeviri açısından çıkardığı en büyük zorluk şu: virtuel, actuel, force, image gibi Deleuze’ün farklı dönemlerde yazılmış birçok kitabında kullanılan kavramların nasıl çevrileceğine karar vermek gerek. Zaten Deleuze hızlı gidebilmesini kısmen, “Edimsel ve Virtüel”de bir araya getirdiği şeyleri başka kitaplarında uzun uzun anlatmış olmasına borçlu. Metnin bu başka kitaplarla bağlantılarını, çeviriyle ilgili tercihlerimi, örneğin neden virtüeli gücül, gizil ya da sanal diye çevirmediğimi ilerde anlatmaya çalışacağım (dogmatik değilim, tartışmaya açığım, virtüeli böyle çevirmeye devam etmemin nedeni henüz ikna edici bir karşı-argümanla ya da öneriyle karşılaşmamış olmam). Metnin çevirisi şimdilik şöyle:
BİRİNCİ BÖLÜM
Felsefe çokluklar teorisi demek. Her çokluk edimsel öğeler ve virtüel öğeler barındırıyor. Hiçbir nesne tümüyle edimsel değil. Edimsel olan her şey virtüel imgelerden bir sisle çevrili. Bu sis virtüel imgelerin üzerinde dağılıp koşturduğu bir arada varolan, az ya da çok yayılımlı devrelerden yükseliyor. İşte bu şekilde edimsel bir parçacık farklı düzeylere ait, az ya da çok yakınında olan virtüelleri yayıyor ve yutuyor. Bunlara virtüel denmesinin nedeni yayılmalarının ve yutulmalarının, yaratılmalarının ve yıkılışlarının düşünülebilir en küçük sürekli zamandan daha küçük bir zamanda meydana gelmesi ve dolayısıyla bu kısalığın onları bir kararsızlık ya da belirlenimsizlik ilkesine bağlı tutması. Edimsel olan her şey durmadan tekrar tekrar yenilenen virtüellik çemberleriyle çevrili, bunların her biri bir başka çember daha yayıyor ve hepsi edimseli çevreleyerek onun üzerinde etkide bulunuyorlar. (“virtüel bulutunun merkezinde daha üst bir düzeye ait bir virtüel var yine… her virtüel parçacık kendi virtüel kozmosuyla çevrili ve bu, sırayla her biri için sonsuza dek geçerli…”[1]) Dinamizmlerin dramatik özdeşliği sayesinde bir algı da bir parçacık gibi: edimsel bir algı oluşup oluşup bozulan, gitgide daha uzak, gitgide daha geniş hareketli devrelerde dağılan bir virtüel imgeler bulutsusuyla çevrili. Farklı düzeylere ait anılar bunlar: bunlara virtüel imgeler denmesinin nedeni hızlarının ya da kısalıklarının onları bu kez bir bilinçdışılık ilkesine bağlı tutması.
Edimsel nesne nasıl virtüel imgelerden ayrılamazsa virtüel imgeler de edimsel nesneden ayrılamaz. Öyleyse virtüel imgeler edimsel üzerinde etkide bulunuyor. Bu açıdan onlar [virtüel imgeler] çemberlerin bütünü ya da her çember üzerinde, durumların her birinde, düşünülebilir en büyük zaman tarafından belirlenmiş bir continuum’u, bir spatium’u ölçüyorlar. Bu az ya da çok yayılımlı virtüel imge çemberlerine edimsel nesnenin az ya da çok derin katmanları karşılık geliyor. Bunlar nesnenin bütüncül itkisini [impulsion] oluşturuyor: kendileri virtüel olan, edimsel nesnenin de onlarda virtüel hale geldiği katmanlar[2]. Burada nesne de imge de virtüel haldeler ve edimsel nesnenin içinde çözüldüğü içkinlik düzlemini kuruyorlar. Ama bu durumda edimsel, nesne kadar imgeyi de etkileyen bir edimselleşme sürecine girmiş halde. Virtüel imgeler continuum’u parçalara ayrılmış; spatium kurallı ya da kuralsız zamanın ayrışmalarına göre kesilmiş. Virtüel nesnenin bütüncül itkisi de kısmi continuum’a karşılık gelen kuvvetler halinde, kesilmiş spatium’u kateden hızlar halinde kırılıyor[3]. Virtüel, içkinlik düzlemi üzerinde onu kesen ve bölen tekilliklerden asla bağımsız değil. Leibniz’in gösterdiği gibi kuvvet edimselleşmekte olan bir virtüeldir, tıpkı içinde yer değiştirdiği uzay gibi. Öyleyse düzlem virtüellerin bir edimselleşmesini belirten continuum’un kesitlerine ve itkinin bölümlerine bağlı olarak bir düzlemler çokluğuna bölünüyor. Ama virtüele götüren yola bağlı olarak tüm düzlemler birleşiyor. İçkinlik düzlemi ikisi arasında saptanabilir bir sınır olmaksızın hem virtüeli hem onun edimselleşmesini içeriyor. Edimsel, edimselleşmenin tamamlayıcısı ya da ürünü, nesnesi; virtüel de bunun tek öznesi. Edimselleşme virtüele ait. Virtüelin edimselleşmesi tekillik, oysa edimselin kendisi kurulu bireysellik. Edimsel, bir meyve gibi düzlemin dışına düşüyor, oysa edimselleşme onu nesneyi tekrar özneye çeviren şey olan düzleme taşıyor.
İKİNCİ BÖLÜM
Şimdiye kadar bir edimselin gitgide daha yayılımlı, gitgide daha uzak ve çeşitli başka virtüelliklerle çevrili olduğu durumu göz önünde tuttuk: bir parçacık uçucu şeyler yaratıyor, bir algı anılar çağrıştırıyor. Ama ters yöndeki hareket de gerekiyor: çemberler daraldığı ve virtüel edimsele yaklaşarak ondan gitgide daha az ayırt edilir olduğu zaman. Artık yalnız edimsel nesneyi ve onun virtüel imgesini birleştiren bir iç devreye ulaşıyoruz: edimsel bir parçacığın ondan çok az ayrı duran virtüel bir ikizi var; edimsel algının bir çeşit dolaysız ikiz gibi, ardışık ya da hatta eşzamanlı ikiz gibi olan kendi anısı var. Çünkü Bergson’un gösterdiği gibi, anı algılanan nesnenin ardından oluşan edimsel bir imge değil, nesnenin edimsel algısıyla bir arada varolan virtüel imge. Anı edimsel nesnenin zamandaşı [contemporaine] olan virtüel imge, onun ikizi, “ayna imgesi”[4]. Ayrıca edimsel nesneyle virtüel imgesi arasında kaynaşma ve bölünme, daha doğrusu salınım, sürekli değiş tokuş var: virtüel imge durmadan edimsel hale geliyor, tıpkı kişiliği ele geçiren, dibe çeken ve onun için geriye bir virtüellikten başka bir şey bırakmayan bir ayna gibi, Şangaylı Kadın'daki gibi. Virtüel imge kişiliğin tüm edimselliğini yutuyor, öte yandan edimsel kişilik artık bir virtüellikten ibaret. Virtüelle edimsel arasındaki bu sürekli değiş tokuş bir kristal meydana getiriyor. Kristaller içkinlik düzleminde ortaya çıkıyorlar. Edimsel ve virtüel bir arada varoluyor ve bizi devamlı olarak birinden diğerine götüren dar bir devreye giriyor. Artık bir tekilleşme değil bu, süreç halindeki bir bireyleşme, edimsel ve onun virtüeli. Edimselleşme değil kristalleşme. Saf virtüelliğin artık edimselleşmeye ihtiyacı yok, çünkü birlikte en küçük devreyi oluşturduğu edimsele sıkı sıkıya bağlı. Artık edimselin ve virtüelin saptanamazlığı söz konusu değil, değiş tokuşa giren iki terim arasında ayırt-edilemezlik var.
Edimsel nesne ve virtüel imge, virtüel hale gelen nesne ve edimsel hale gelen imge, bunlar zaten en temel optikte de ortaya çıkan figürler[5]. Ama her durumda, virtüelin ve edimselin dağılımı Zamanın en temel bölünüşüne karşılık geliyor; Zaman iki büyük yola göre farklılaşarak ilerliyor: şimdinin geçmesini sağlamak ve geçmişi korumak. Şimdi, sürekli bir zamanla, yani tek yönlü olduğu varsayılan bir hareketle ölçülen değişken bir veri: bu zaman tükendiği ölçüde şimdi geçiyor. Şimdi geçip gidiyor, şimdi edimseli tanımlıyor. Oysa virtüel kendi adına en küçük tek yönlü hareketi ölçen zamandan daha küçük bir zamanda ortaya çıkıyor. Bu yüzden virtüel “uçucu”. Ama geçmiş de virtüelde korunuyor, çünkü bu uçucu şey bir yön değişimine gönderme yapan bir sonraki “en küçük”te durmadan devam ediyor. Bir yönde düşünülebilir en küçük sürekli zamandan daha küçük zaman aynı zamanda en uzun zaman, tüm yönlerde düşünülebilir en büyük sürekli zamandan bile daha uzun. Şimdi (kendi ölçeğinde) geçerken uçucu olan (kendi ölçeğinde) koruyor ve korunuyor. Virtüeller onları ayıran edimselin ötesinde dolaysız olarak iletişim içindeler. Zamanın iki yanı, geçen şimdinin edimsel imgesi ve korunan geçmişin virtüel imgesi, edimselleşme içinde, saptanamaz bir sınırları da olsa birbirlerinden ayrılıyor; ama kristalleşme içinde, birbirlerinin rolünü üstlenerek ayırt-edilemez hale gelecek kadar değiş tokuş içindeler.
Edimselle virtüelin ilişkisi hep bir devre kuruyor, ama iki şekilde: bazen edimsel, virtüelin edimselleştiği geniş devrelerde başka şeyler gibi olan virtüellere gönderme yapıyor, bazen edimsel, virtüelin edimselle kristalleştiği en küçük devrelerde kendi virtüeli olarak virtüele gönderme yapıyor. İçkinlik düzlemi hem virtüelin başka terimlerle ilişkisi olarak edimselleşmeyi, hem de virtüelin değiş tokuşa girdiği terim olarak edimseli bile kapsıyor. Her durumda edimselle virtüelin ilişkisi iki edimsel arasında kurulabilecek bir ilişki değil. Edimseller zaten kurulu olan bireyler ve sıradan noktalara dayalı belirlenimler içeriyorlar; oysa edimselle virtüelin ilişkisi edim halinde bir bireyleşme ya da her bir durumda belirlemek gereken dikkat çekici noktalara dayalı bir tekilleşme oluşturuyor.
[1] Michel Cassé, Du vide et de la création, Odile Jacob Yayınları, s. 72-73. Ayrıca Pierre Lévy’nin çalışması, Qu’est-ce que le virtuel?, Découverte Yayınları.
[2] Bergson, Matière et mémoire, Yüzüncü yıl baskıları, s. 250 (II. ve III. bölümler anının virtüelliğini ve edimselleşmesini inceliyor).
[3] Bkz. Gilles Châtelet, Les Enjeux du mobile, Seuil Yayınları, s. 54-68 (“virtüel hızlar”dan “virtüel kesimler”e).
[4] Bergson, L’Énergie spirituelle, “şimdinin anısı…”, s. 917-920. Bergson, gitgide daha geniş çemberlere doğru ve gitgide daha dar bir çembere doğru olan iki hareket üzerinde duruyor.
[5] Edimsel nesneden ve virtüel imgeden yola çıkan optik, hangi durumda nesnenin virtüel, imgenin edimsel hale geldiğini, sonra nesnenin ve imgenin nasıl birlikte edimsel hale geldiklerini ya da ikisinin de nasıl virtüel hale geldiğini gösteriyor.
Sanırım beni en çok etkileyen Deleuze metni bu. Özellikle taslak ya da kendine notlar gibi yazıldığı için belki de. Şekspir soneleri gibi, actuel ile virtuel arasındaki tutkulu ilişkiyi yüksekten boşalan bir su kütlesi gibi betimleyiveriyor. Çok güzel bir çeviri, teşekkürler. Ben mimarlığı, tasarımı anlamak için Deleuze okumaya başladım. O yüzden biraz felsefe çevrelerinin dışında olmanın hem kuru hem de özel konumundan bakıyorum.
YanıtlaSilSize iki yorumum olacak (çekinerek). Metin şimdiki zaman yerine geniş zamanda olsaydı, içeriğinin sanki çağrıştırdığı vaaz tınısını daha iyi yakalayabilir miydi? Şimdiki zamanı özellikle mi tercih ettiniz. Ben metnin bağırarak yüksek sesle okunduğu bir performans hayal ediyorum. Cümlelerinizi geniş zaman alınca sanki metin tamamlanıyor.
Edimsel-Virtüel kavramlarını çevirirken neler düşündüğünüzün detayını merak ediyorum. Ben bu kelimelerle kendi dünyamda uğraşırken ansal-sanal ikilisini düşünmüştüm. Elbette aliterasyon ve (monad-nomad gibi)kelime oyunlarından ötürü çekici geldi sanırım bu bana. Çok çekinerek ifade ediyorum kendimi. Çünkü bu kavramların ardında biriken yükün farkındalığı pek az bende. Edimsel kelimesinin ne sıklıkta kullanıldığının bilgisi yok bende. Literatüre yeni-yabancı olmamdan kaynaklanıyor. Ansal kelimesi bu metinde de betimelenen 'actuel'lerin bir özelliğine işaret ediyor, fransızcadaki güncel kelimesine yakın bir anlam bölgesine işaret ediyor. Hani sorgusuz kabul ettiğimiz cisimlerin uçucu, geçici karakterine işaret ediyor diye seçmiştim. Sanal kelimesi ise nasıl felsefe çevrelerine yabancıysam, tasarım çevresine da o kadar tanıdık olduğum için, bu çevredeki anlam yükü nedeniyle sanal terimi (bilgisayar ortamında üretilen sanal cisimler şekiler üzerinde çalışan tasarımcıları düşünün) uygun bir seçimmiş gibi geliyor bana. Neden sanalın virtüele tam karşılık gelmediğini buradaki çekincelerinizi de merak ediyorum.
Güzel çeviri için tekrar çok teşekkürler. Gün olur kullanmam gerekirse izninizle bu çeviriyi kullanacağım.
saitali
Merhaba,
YanıtlaSilBen teşekkür ederim çeviriyi okuyup yorum yazdığınız için. İki sorunuz var: ilki şimdiki zaman kullanımıyla ilgili, ikincisi “virtuel” ve “actuel”in Türkçeye çevrilmesiyle ilgili.
Neden geniş zaman yerine şimdiki zaman kullandım? Bu soruya ne kadar yanıt verebilirim bilmiyorum aslında, sonuçta ortada epeyce sezgisel bir seçim var. Türkçede felsefeyle ilgili bir şey yazarken ya da çevirirken genelde geniş zaman tercih ediliyor. Bunun da sebebi şu galiba: şimdiki zaman kullandığımızda şu anda olup biten bir şeyden söz ediyoruz (“hava bugün çok güzel”). Oysa geniş zaman kullandığımızda şu anda olup bitenle sınırlı olmayan, daha kapsayıcı geçerliliğe sahip bir şeyden söz ediyoruz (“üçgenin iç açılarının toplamı 180 derecedir”, “her insan ölümlüdür”). Buna dayanarak, Deleuze gibi oluşa, farka, tekilliğe yönelen bir filozofu çevirirken bile geniş zaman kullanabiliriz. Evet farklı olanı, tekil olanı anlatırken şimdiki zaman kullanmak daha uygun, ama farkın kendisinden, tekilliğin kendisinden söz ederken, yani tekillik ve fark felsefesi yaparken de geniş zaman daha uygun. Fark, tekillik, oluş birer kavram. Bütün kavramlar gibi bunlar da geniş zamanda ifade edilmeyi bekliyor. Çünkü tekilliğin kendisi tekil bir şey değil, oluş kavramı oluş içinde değil…
Genel kabul gören bu yaklaşım geniş zaman kullanımını tercih ederken felsefenin konusunu ya da nesnesini göz önünde tutuyor. Ama başka bir yaklaşım da mümkün. Felsefenin nesnesini değil öznesini, seslendiği kişiyi de düşünebiliriz. Her felsefe metni (ya da en azından çoğu felsefe metni) okunmak için yazılıyor, okunmak da şu anda olup biten bir şey. Geniş zaman kullanımı daha baştan okuyucuyu dışarıda tutuyor, onunla söyleşiye girmeyi reddediyor gibi geliyor bana. Geniş zaman kullanan bir metin sizin de dediğiniz gibi daha çok vaaza benziyor. Okuyucuya düşen tek şey vaazın geniş zamanda bildirdiği mesajı anlamaya çalışmak. Oysa şimdiki zaman kullanımı felsefeyi şimdiye taşıyor, tartışmaya, itiraza açık hale getiriyor, okuyucuyu düşünme hareketine dahil ediyor. Platon’un diyalogları gibi. Şimdiki zamanda yazılmış bir metin daha hafif ve güzel. Konuşma diline yakın. Blogdaki yazıları şimdiki zamanda yazmak bana bir rahatlık ve özgürlük duygusu veriyor.
Açıkçası bu konuda tam karar vermiş değilim. Çevirilerinde ya da yazılarında şimdiki zamanla geniş zaman arasındaki dengeyi çok iyi yakalamış olanlar var: Ulus Baker, Saffet Babür, Ömer Aygün… Ben henüz bu dengeyi tam yakalayamadığım için şimdiki zaman olayını abartıyor da olabilirim. Geniş zamanın Deleuze’ün metnini tamamlayacağını düşünüyorsanız çeviride değişiklikler yapabilirsiniz elbette, metnin bağıra bağıra okunduğu bir performans hayalini şimdiki zaman takıntımla bozmayı istemem kesinlikle.
İkinci soru şu: “virtuel” ve “actuel”i neden virtüel ve edimsel diye çevirdim? Siz sanal ve ansal demeyi öneriyorsunuz mesela. Başka öneriler de var: virtuel’e gücül ya da gizil de denebilirdi, actuel’e güncel de denebilirdi…
YanıtlaSilÖnce bu kavramlardan ne anlıyoruz, ona bakalım. Virtuel ve actuel kavramları hareketle, değişimle, oluşla ilgili kavramlar. Bir şey değişip daha önce olmadığı başka bir şeye dönüşüyor, yeni şeyler ortaya çıkıyor. Felsefe bunu nasıl açıklayabilir? Virtüel kavramı işte bu açıklamayı sağlamak için kullanılıyor. Bu kavram iki açıdan önemli. İlk olarak, bir şeyin başka bir şeye dönüşebilmesi için dönüştüğü şeyi bir şekilde önceden kendisinde taşıması gerek: tohumda bir şekilde çiçek olma gücü var, çocukta bir şekilde insan olma gücü var. Virtüel, henüz çiçek haline gelmemiş tohumdaki bu başkalaşma gücü. Tohum çiçek haline geldiğinde edimselleşmiş oluyor. Tohumdan çiçeğe geçmek virtüelden edimsele geçmek. İkinci olarak, virtüelle edimsel arasında benzerlik değil farklılık ilişkisi var. Yani tohuma bakarak onun neye dönüşeceğini önceden tam olarak kestirmek mümkün değil. Elbette bunu yapmak büyük ölçüde mümkün. Değişimler, başkalaşmalar tümüyle öngörülemez ve belirsiz değil. Ama virtüelden edimsele geçişte her zaman bir belirsizlik payı, bir benzemezlik kalıyor. Bu farkın ortaya çıkması için virtüelin edimselleşmesini beklememiz gerek (Bergson bunu anlatmak için “şeker parçasının suda erimesini beklememiz gerek” diyordu). Dünyada yeni şeylerin ortaya çıkışını düşünebilmenin tek yolu bu benzemezliği göz ardı etmemek. Sanatsal yaratımda vritüelle edimsel arasındaki benzemezlik daha açık ortaya çıkıyor: Füg Sanatı çocuk Bach’ın kafasında bir şekilde var, virtüel olarak var. Ama çocuk Bach’a bakıp Füg Sanatı’nı (yani virtüelin edimselleşmesini) görmek mümkün değil. Bach’ın Füg Sanatı’nı bestelemesini beklememiz gerek. Virtüel kavramının özgünlüğü (onu örneğin Aristoteles’in dunamis kavramından ayıran şey) bu iki gerekliliği karşılayabilmesi: hareketi, değişimi düşünmek, ama değişimi (Aristo’dan farklı olarak) yeninin ortaya çıkışına izin verecek şekilde, her şeyin tümüyle önceden belirlenmediği bir dünya içinde düşünmek.
Şimdi elimizdeki çeviri seçeneklerine bakalım. Virtuel’e sanal diyebiliriz, gücül ya da gizil diyebiliriz, benim gibi virtüel diyebiliriz. Hangisi daha uygun? Biraz işgüzarlık yapıp sözlüklere baktım. TDK’nın Büyük Türkçe Sözlüğü’nde sanal için şöyle deniyor: “1. sf. Gerçekte yeri olmayıp zihinde tasarlanan, mevhum, farazi, tahminî. 2. mat. Negatif bir sayı üzerinde alınan ve ikinci kuvvetten bir kök taşıyan cebirsel anlatım.” Sözcüğün matematiksel anlamı bizi ilgilendirmiyor. Tartışmamız için asıl ilk anlam önemli. Bu sözcüğün İngilizcesi için imaginary ya da virtual verilmiş. Sanal sanmaktan geliyor ve hayali, gerçekte olmayan şeylerin sıfatı. Deleuze birçok kez virtüelin de edimsel kadar gerçek olduğunu söylüyor, çocuk Bach’taki besteleme gücü Füg Sanatı kadar gerçek. Virtüel, bir hayal değil nereye gideceği önceden tam kestirilemeyen bir gücün gerçekliği. Bu nedenle virtüel sanal değil.
Gizil sözcüğü de uygun değil. Virtüel bir yerde saklanıp ortaya çıkmayı bekleyen bir şey değil. Öyle olsaydı saklanan ortaya çıkana, virtüel edimsele benzerdi. Saklambaç oynarken saklanan çocuklar oyunun sonunda ortaya çıkan çocuklarla aynı. Oysa virtüelin edimselleşmeye asla tam olarak benzemediğini söyledik. Füg Sanatı çocuk Bach’ın beyninin kıvrımlarında saklı değil.
Gücül belki en uygun bir sözcük. Ama bu da Aristo’daki dunamis’i çevirmek için kullanılmış. Virtüelin dunamis’ten farklı olduğunu söyledik. Bu kavramsal farkı görünür kılmanın tek yolu gücül sözcüğünü kullanmayıp yeni bir sözcük bulmak.
Bu arada ilginç bir şey: virtüel de virtuel şeklinde yazılmış olarak Türkçede Batı Kökenli Kelimeler Sözlüğü’nde var. “1. Henüz varlığı ortaya çıkmamış olan, gizil, potansiyel, zımnî § “Benim beğendiğim, birinci derecede saydığım erdemler de bende bulunanlar, hiç değilse biraz bulunanlar, gizil (virtuel) olarak bulunanlar değil midir?” -Nurullah Ataç, Günlerin Getirdiği, Sözden Söze, 149. 2. Sanal.” Elbette virtüel gizil de değil sanal da değil. Ama yeni bir kavram olarak, sözlüğün önerdiği anlamların ötesinde bir anlamda kullanılabilir. Actuel aktüel şeklinde Türkçeleştiğine göre virtuel de büyük ünlü uyumuna uygun olarak virtüel şeklinde Türkçeleşebilir.
YanıtlaSilGelelim actuel’e. Siz ansal demişsiniz. Ama sözlükte ansal’ın İngilizcesi ya da Fransızcası için mental denmiş. An için de mind deniyor. Yani ansalla zihinsel aynı şey. Actuel ise zihnimizde olan bir şey değil. Siz büyük olasılıkla sözcüğe zamansal bir anlam yüklemiştiniz, anlık gibi bir şey düşünmüştünüz. Ama bu da actuel’e uygun değil. Füg Sanatı anlık bir şey değil, tersine neredeyse ebedi bir şey, tohumdan doğan çiçek anlık bir şey değil. Edimselin zamanda sürekliliği var.
Actuel’e güncel de denebilirdi. Ama bu da tam olmuyor. Bir gücün işler hale gelmesi, ürün vermesi güncellikle ilgili olmak zorunda değil. Tohumdan gelen çiçek güncel değil. Füg Sanatı’nı bestelemek onu güncelleştirmek değil. Ama Deleuze actuel’den özellikle Nietzsche ve Foucault bağlamında söz ederken edimsellikle güncelliği örtüştürüyor. Bir filozofun virtüel gücünü ortaya koyması güncel olanda, şimdide düşünülecek şeyi bulması demek. Bu da bir başka bakımdan en güncel olmayan şeyi, inactuel’i düşünmek. Güncel olanda düşünmeye değer olan, en güncel olmayan şey. Bunu ortaya çıkarmak da felsefenin virtüelliklerini edimselleştirmesi sayesinde mümkün. Ama bizim metinde actuel bu bağlamda kullanılmıyor.
Edimsel bence en uygun seçenek. Bu sözcük Aristo’daki energeia’yı çevirmek için zaten Türkçede kullanılıyor. Aynı sözcüğü hem Aristo hem Deleuze çevirirken kullanmak bu sefer sorun yaratmıyor. Çünkü iki filozof arasındaki fark edimselle ilgili değil. Esas fark Aristocu gücüllükle Bergsoncu-Deleuzecü virtüellik arasında. Ayrıca “edimsel” kolayca sözcük türetmeye de izin veriyor. Actuel=edimsel, actualité=edimsellik, actualisation=edimselleşme vb.
İşte tüm bu nedenlerden dolayı virtuel’i çevirmeden virtüel diye bırakmak, bu kavramın yeniliğini, farkını Türkçeye yeni bir sözcük sokarak vurgulamak, actuel’i de edimsel diye çevirmek bana en uygun çözüm gibi geliyor.
Son olarak şunu söyleyebilirim: “Edimsel ve Virtüel” metni bu iki kavrama burada özetlemeye çalıştığımdan çok daha karmaşık anlamlar yüklüyor. Bergson’daki anı-algı ilişkisinin de virtüel-edimsel çerçevesinde düşünülmesi, virtüelin uzay ve zamanla ilişkisi, Deleuze’ün sinemayla ilgili çalışmasında “kristal” kavramının ortaya çıkması vb. özetlediğim yapıyı epeyce geliştiriyor, karmaşıklaştırıyor. Metin beş paragraftan oluşuyor. İlk iki paragraf, yani birinci bölüm virtüelle edimsel arasındaki ilişkiyi edimselleşme üzerinden anlatıyor, üçüncü ve dördüncü paragraflar, yani ikinci bölüm bu iki kavramın kesişmesini kristalleşme üzerinden düşünüyor. Son paragraf da bu iki bakış açısının bir aradalığını vurgulayan bir sonuç paragrafı. Metin üzerinde çalışmaya hala devam ettiğim ve bu karmaşıklığı henüz tam çözemediğim için bloga yazmayı düşündüğüm yoruma daha başlayamadım.
Umarım sorularınıza yanıt verebilmişimdir…
Selamlar, okuduklarıma uzunca bir yorum yazdıktan sonra, gönderirken tüm yazdıklarım kayboldu. bir süre sürüncemede kaldıktan sonra ikinci baskı yapmaya karar verdim. umarım üslubum sabırsız ve karışık gözükmez bu sebepten.
YanıtlaSilçıkış noktam şuydu: tohum/çiçek örneğinin virtüaliteyi açıklamak konusunda yetersiz olduğunu anlatmak istemiştim temelinde. yukarıda çevirdiğiniz metin de dahil, deleuze felsefesinde virtüalite/aktüalite kavramlarının deleuze'ün spinozacılığını hesaba katmaksızın zor anlaşılacağı kanaatindeyim. gerçi deleuze'ün spinozası veya spinoza'nın deleuze'ü, bunlar birbiriyle etle tırnak olmuş, ayrılması zor ve zoraki. neyse, ben lafıma devam edeyim:
bir tohumun çiçek açması tohumun virtüalitesi olabilir, ama bana virtüalite kavramını tam anlamıyla açıklamaktan çok herhangi bir "belirlenim" gibi geliyor. virtüalite, bir belirlenimden ziyade, "olasılık" kavramına bir alternatif içeriyor. "olasılık" kavramının "virtüel"e kıyasla yaptığı yanlış şudur: bir şeyin "olası" olması, "aktüel olma olasılığı"dır, bir varlığa işaret etmez. virtüel ise nesnenin içinde varolan, aktüelin içinde varolan birşeydir. "olasılık", aktüel olanı gerçekleşmiş bir olasılığa indirgerken, aktüel olanı modelleyip "olası" olasılıklar yaratır. virtüel olan bundan bütünüyle farklıdır elbet. virtüel, aktüel değilken varolandır. bach'ın füg sanatını bir virtüalite olarak taşıyabilmesi için, füg sanatının sonsuz bir attribute olarak bach denen sonlu varlığın içinden geçmesi gerekiyor.
şimdi bunu daha fazla açmadan virtüel'i nasıl anladığımı ve tohum/çiçek örneğini neden yetersiz bulduğumu açmaya çalışayım. benim anladığım kadarıyla nesnenin iki "yüzü" vardır. bir yüzü aktüel olan yüz, şimdi burada olan yüzdür. virtüel olan ise nesnenin varlığını kuşatan koşullar ve nesnenin tarihselliğidir. buna logic du sense'ın bir bölümünde şöyle bir yorum getiriyor deleuze, "problem" kavramı üzerinden, diyor ki:
problem kavramı, bizim bilgi yetersizliğimizden dolayı sınırlarımızla karşılaştığımız, çözümünü bulmasıyla kendi kendisini yok eden bir kategori değildir. problem, çözüme anlamını verir. probleminden yoksun bir çözüm, anlamını kaybeder. şöyle basit bir örnek kurgulayabiliriz: bir köprü, kendi başına bir nesnedir. bu nesne, nehrin bir yakasından diğer yakasına geçme problemini çözüm olarak üretilmiştir. köprü sayesinde suyun üzerinden geçebilmemiz, problemin yokluğuna işaret etmez: bilakis, problem gerçekten yok olduğunda, (misal nehir kuruduğunda), köprünün sunduğu çözüm anlamsızlaşacağından dolayı, anlarız ki, problemler çözümlerin arkasında varlığını sürdüren virtualitelerdir. bana virtualitenin ne olduğunu anlamak için bu örnek çok açıklayıcı geliyor. bir nesnenin etrafında böyle bir tarihsellik ve koşullar bütünü bulabildiğimiz ölçüde, nesnenin virtüalitesini ortaya çıkarmış oluruz.
şimdi deleuze'ün yukarıdaki metnini ben şöyle anlıyorum:
YanıtlaSilelimizde üç kavram var: nesne, virtüalite, aktüalite. nesne aktüel ve virtüalitenin taşıyıcısı. ve düşüncenin üç hareketi var: aktüaliteden virtüaliteye ve sonra oradan tekrar aktüaliteye. bu üç aşamalı hareket deleuze'ün spinozistliğinden kaynaklanıyor anladığım kadarıyla. spinozada, tanrı, kendini attribute'larıyla ifade eder. bu attribute'lar sonsuzdur ve sonlu modiler içerisinde tıkılı kalmışlardır. tanrı, kendini attributeları ile ifade eder, "ifşa eder", fakat bu ifadenin dışında bir varlığı yoktur. logic du sense'deki "anlam" gibi, exist etmez, insist eder, kendi ifadelerinden başka varlığı yoktur.
modiler sonludur, nesneler, insanlar sonludur. sonlu olmayan nedir? oluştur, affektlerdir. düşüncenin hareketi spinoza'da şudur: sonlu olanın içinde sonsuz olanı, tanrının attribute'u olanı bulmak. fakat buradan tanrıya varmak yetmez: zira tanrı, kendi ifadeleri dışında varolmadığından dolayı, düşünce doğal olarak gözlemlediği tekil objeden başka bir yere, tanrıya varıp orada kalamaz.
"Edimsel, bir meyve gibi düzlemin dışına düşüyor, oysa edimselleşme onu nesneyi tekrar özneye çeviren şey olan düzleme taşıyor"
burada edimselleşmeden anladığım şey: "oluş". "bir ağaç yeşilleniyor" dediğimiz zaman: nesne ağaçtır. ağacın virtüalitesinde şu çeşit "event"ler, oluşlar vardır: yeşilleşmek, büyümek, meyve vermek. bunlar ağacın affektleridir bir bakıma. ağacı yaratan tüm koşullar, ağacın tüm belirlenimleri, ağacın virtüalitesidir. ve tüm bu affekt'ler bir anlamda sonsuzdur: yeşillenmek, evet aktualite açısından belli bir zaman alır, ama yeşillenme, meyve verme affektleri zamansızdır. "tekrar"dır. "edimselleşme" ile edimsel arasındaki fark bu açıdan önemli:
"Şimdi geçip gidiyor, şimdi edimseli tanımlıyor. Oysa virtüel kendi adına en küçük TEK YÖNLÜ (YANİ SONSUZUN AKSİ) hareketi ölçen zamandan daha küçük bir zamanda ortaya çıkıyor. Bu yüzden virtüel “uçucu”. Ama geçmiş de virtüelde korunuyor, çünkü bu uçucu şey bir yön değişimine gönderme yapan bir sonraki “en küçük”te DURMADAN DEVAM EDİYOR. Bir yönde düşünülebilir en küçük sürekli zamandan daha küçük zaman aynı zamanda en uzun zaman, tüm yönlerde düşünülebilir en büyük sürekli zamandan bile daha uzun."
YanıtlaSil"...Virtüeller onları ayıran edimselin ötesinde dolaysız olarak iletişim içindeler. Zamanın iki yanı, geçen şimdinin edimsel imgesi ve korunan geçmişin virtüel imgesi, edimselleşme içinde, saptanamaz bir sınırları da olsa birbirlerinden ayrılıyor; ama kristalleşme içinde, birbirlerinin rolünü üstlenerek ayırt-edilemez hale gelecek kadar değiş tokuş içindeler."
şimdi bu alıntıyı şöyle yorumlamaya çalışalım: edimselleşme=oluş. edimsel=şimdiki zamanda olan, aktüel olan. virtüel=edimseli ortaya çıkaran koşulların, belirlenimlerin, affektlerin, eventlerin ve tarihselliğin oluşturduğu sonsuz bulut katmanları. deleuze'ün hayvan oluş, kadın oluştan kastettiği nedir? sonlu modus'un, bir insanın, kendi virtüalitesini oluşturan problemlerinin "kadın" kavramını oluşturan problemlerle iletişimi sonucu oluşan bir edimselleşme sürecidir denilebilir. "ayırt edilemez hale gelme" budur: oluşu yaşayan, kendisini ayırt edemez hale gelir. "hayvan" veya "ağaç", edimsel, aktüel haline bakarak olmayı taklit edebileceğimiz birşey değildir. fakat hayvanın virtüalitesi, hayvanı hayvan yapan affektlerle bizim virtüalitemiz bir ilişkiye girebilir, o zaman bir "oluş" sürecine gireriz. bu yüzden deleuze'de analoji veya metafor yoktur. misal uzun süre depresif ve pespaye bir şekilde dolaşmış ve sonra birden şıkır şıkır elbiseler giymeye başlamış bir kadına "çiçek gibi açmışsın" dediğimiz zaman, bu, kadını çiçeğe "benzetmek" değildir. tohumun çiçeğe dönüşmesi, tohumun aktüalitesi içerisinde bir affekttir, virtüalitedir; "çiçek açma", tohuma ait, kişisel birşey değildir, tohumun "başına gelen" bir event, bir oluştur. aktüalizasyonu belli bir zaman alabilir, ama virtüel olarak zamansızdır. bir kadın da çiçek açabilir bu yüzden.
çok karışık ve uzun olmuş olabilir. umarım kafamızdaki kavramları netliğe kavuşturmak için ikimiz açısından da verimli bir diyaloğa yol verir yazdıklarım. sevgiler!