Pierre Pellegrin, La Classification des animaux chez Aristote. Statut de la biologie et unité de l’aristotélisme, Paris, Les Belles Lettres, 1982, 217 s.
Aristo biyolojisi yalnız bilim tarihçilerini ilgilendirecek, çoktan aşılmış bir alan olarak görüldü uzun süre. Pellegrin’in kitabı bu yaygın görüşü sarsan öncü çalışmalardan biri. Bu yüzden de kitabın oldukça polemik bir havası var. Pellegrin, Aristo’nun biyoloji metinlerinde ne yapmaya çalıştığını açıklamadan önce uzun uzun ne yapmadığını anlatıyor, bunu anlatırken de kendinden önceki yorumcuları epeyce eleştiriyor.
Eleştirilen yaygın görüş şu: Aristo tıpkı botanikçi Linné gibi, Michel Adanson[1] gibi hayvanları (ya da bitkileri) sınıflandırmaya çalışmış. Ama sağlam bir bölme ve sınıflandırma yöntemi kullanmadığı için çeşitli metinlerde (hatta çoğu zaman aynı metinde) farklı farklı sınıflandırmalar denemiş ve sonuçta başarısız olmuş.
Pellegrin işte bu klasik görüşü eleştirmek için bilim tarihçilerinin sık sık düştüğü bir anakronizm hatasına işaret ederek başlıyor kitabına. Eski bilimsel-felsefi metinleri okurken ya da genel olarak bir bilimsel paradigmadan diğerine geçişi anlamaya çalışırken kopuşlar yerine süreklilikleri görmeyi tercih ediyoruz, dolayısıyla eski paradigmada, sonradan geliştirilecek kavramların taslak hallerini, yetersiz ilk belirişlerini arıyoruz. Bu tercihin ve arayışın ardında da bilim tarihinde problemlerin hep aynı kaldığı, yalnız çözümlerin değiştiği varsayımı yatıyor. Aristo’nun çözmeye çalıştığı problemle Linné’nin problemi aynı (yani ikisi de canlıları sınıflandırmaya çalışıyor), tek fark Aristo’nun bulduğu çözümün yetersiz, Linné’nin bulduğu çözümün ise yeterli olması diye düşünüyoruz (s. 9-11). Üstelik böyle düşünenler yalnız bilim tarihçileri ya da Aristo yorumcuları değil. Pellegrin, Cuvier örneği üzerinden, sınıflandırmayı tamamlayan botanikçilerin, onları izleyerek karşılaştırmalı anatomiyi geliştiren biyologların da aynı şekilde düşündüklerini, Aristo’yu sınıflandırmanın ve karşılaştırmalı anatominin kurucusu olarak kabul ettiklerini gösteriyor (s. 20-23).
Aristo biyolojisi hakkında anakronizme düşüp düşmediğimizi anlamanın en iyi yolu elbette metinlere dönmek, hayvanları sınıflandırmaya çalışıp çalışmadığını Aristo’nun kendisine sormak. Pellegrin de bunu yapıyor ve kitabını üç bölüme ayırarak önce Aristo’da bölme yöntemiyle sınıflandırma arasındaki ilişkiyi, sonra cins, tür ve türsel fark kavramlarının nasıl işlediğini ele alıyor. Son olarak da bu incelemelere dayanarak, Aristo biyolojisinin bütününe ilişkin genel sonuçlara ulaşıyor.
Kitabın ilk bölümü bölme yöntemiyle ilgili dedik. Çünkü klasik okuma Aristo’nun hayvanları sınıflandırmaya çalıştığı, ama sağlam bir yöntem kullanmadığı için başarısız olduğu fikrine dayanıyordu. Bu okumanın savunucuları, Aristo’nun “başarısızlığını” Platoncu bölme yöntemini reddetmesine bağlıyorlar. Platon’un önerdiği ve özellikle Sofist ve Devlet Adamı diyaloglarında örneklediği bölme yöntemi dikotomi, yani ikiye ayırarak bölmeydi. Diyelim ki oltayla balık avlamanın ne olduğunu merak ediyoruz. Sofist’te (218e’den itibaren) Theaitetos’la Yabancı arasında geçen diyalog oltayla balık avlamanın tanımına ulaşmak için nasıl bir yöntem izlememiz gerektiğini gösteriyor. Önce tanımlamak istediğimiz şeyi de kapsayan en genel kavramı arıyoruz: oltayla balık avlama söz konusu olduğunda en genel kavram teknik olabilir. Sonra bu kavramı ikiye böle böle tanımlamak istediğimiz şeye yaklaşıyoruz: teknik, üretici teknikler ve üretmeyen ama bir şeyi elde etmemizi sağlayan kazandırıcı teknikler olarak ikiye bölünebilir. Sonra tanımını aradığımız şeyi bu iki gruptan birine yerleştiriyoruz: oltayla balık avlamanın bir şey üretmediği, bir şeyi elde etmeye yaradığı, dolayısıyla kazandırıcı teknikler grubuna girdiği açık. Bu sefer de kazandırıcı teknikleri değiş tokuşa dayalı kazanımlar ve çabalamaya dayalı kazanımlar olarak bölebiliriz: oltayla balık avlama değiş tokuşa değil çabalamaya dayanıyor. En sonunda da ikili ayrımları ilerlete ilerlete aradığımız tanıma ulaşıyoruz (221b-c). Bu bölme yöntemi hayvanların sınıflandırılmasında da kullanılabilir elbette. Ama Aristo Hayvanların Parçaları’nın ilk kitabında (I, 2-3) Platoncu bölme yöntemini sert bir biçimde eleştiriyor ve bu yüzden de kendini bölme yönteminden mahrum bırakıyor. Klasik okuma Aristo’nun sınıflandırma konusundaki başarısızlığını işte bu yöntemi en baştan reddetmesiyle açıklıyor.
Pellegrin, kitabının ilk bölümünde bu klasik yoruma iki önemli itiraz yöneltiyor.
A) İlk olarak, Aristo’nun Hayvanların Parçaları’nın ilk kitabında eleştirdiği şey genel olarak bölme yöntemi (diairesis) değil özel bir bölme yöntemi olan dikotomi (dichotomia) yani ikiye ayırarak bölme (s. 38-39). Aristo dikotomiye özgü sorunları ortaya koyarak yeni bir bölme yöntemi öneriyor aslında. Pellegrin Platoncu dikotomiye yöneltilen eleştirilerin üç başlık altında toplanabileceğini anımsatıyor (s. 29, 39-40). 1) Dikotomiyle ilerlediğimizde ister istemez ayrı türlere ait hayvanları aynı grup altında sınıflandırıyoruz ya da aynı türü farklı gruplara dahil ediyoruz. Örneğin hayvanları iki-ayaklılar ve iki-ayaklı olmayanlar diye böldüğümüzde insan da kuş da iki-ayaklı olduğu için aynı gruba giriyor, insan ve kuş türleri arasındaki fark siliniyor. Ya da hayvanları suda ve havada yaşayanlar diye böldüğümüzde kuş türü iki gruba da giriyor ve türün birliği kavranamamış oluyor. 2) Dikotomi yöntemi özsel farkları keşfetmemize izin vermiyor, ikiye bölerken çoğu kez yoksunluğa ya da ilineksel farklara dayanıyoruz. Örneğin hayvanları iki-ayaklılar ve iki-ayaklı olmayanlar, kanatlılar ve kanatsızlar diye böldüğümüzde iki gruptan biri farka değil yoksunluğa karşılık geliyor. İki-ayaklı olmamak ya da kanatsız olmak aslında fark değil yoksunluk. Aynı şekilde kanatlıları da evciller ve yabanlar diye böldüğümüzde ilineksel farklar bir araya gelmiş oluyor. Evcil olmanın kanatlı olmayla ilişkisi sadece ilineksel. 3) Dikotomi bizi tekrara sürüklüyor, aynı bölmeleri tekrar tekrar yapmak zorunda kalıyoruz. Ayaklılar ve ayaksızları ayırdıktan sonra ayaklıları iki-ayaklılar ve iki-ayaklı olmayanlar diye bölmek zorundayız, oysa ayaklı olmak iki-ayaklı olmakta zaten içeriliyor. Eleştiriler bunlar. Aristo’nun dikotomi yerine önerdiği yöntem şu: kuş, balık gibi zaten herkesin kabul ettiği türlerden yola çıkalım, bu türleri birçok bölmeye tabi tutarak ilerleyelim.
B) Pellegrin, ikinci olarak, bu bölme yönteminin esas amacının hayvanları sınıflandırmak olmadığını gösteriyor. Aristo’nun önerdiği yöntemi düşünelim: herkesin zaten kabul ettiği türleri birçok bölmeye tabi tutuyoruz. Bu yöntemle hayvanları sınıflandırmak mümkün değil ki. Aynı türü (kuşları, balıkları…) yaşam tarzına, beslenme, üreme biçimine vb. göre farklı bölmelere tabi tuttuğumuzda o türü sınıflandırmış olmuyoruz. Pellegrin’in gösterdiği gibi, Aristo biyolojisinin esas amacı hayvanları sınıflandırmak değil tanımlara ulaşmak. Genel olarak kuş türünü ya da özel kuş türlerini, güvercini, kargayı farklı şekillerde bölerek sınıflandırmaktan çok kuşun, güvercinin, karganın tanımına bir hazırlık yapmış oluyoruz. Böylece klasik yorumcuların başarısızlık olarak gördükleri şey, yani Aristo metinlerinde birçok farklı bölme yönteminin kullanılmış olması ama bu bölmelerin sağlam, sistematik bir sınıflandırmaya ulaşmaması anlaşılır hale geliyor. Aristo’nun bölme yöntemi hayvanları sınıflandırmayı sağlamıyor, çünkü yöntemin amacı bu değil. Böylece Pellegrin’in giriş bölümünde klasik okumaya yönelttiği anakronizm eleştirisi de somutluk kazanmış oluyor. Klasik yorumcular bilim tarihinde problemlerin (biyoloji örneğinde sınıflandırma probleminin) değişmeden kaldığını varsaydıkları için Aristo’nun metinlerini okurken bu probleme çözüm arıyorlar. Aristo sınıflandırmayla ilgilenmediği için, Aristo’nun esas problemi tanım problemi olduğu için de bu metinlerde başarısızlıktan, yetersizlikten başka bir şey göremiyorlar. Sistematik sınıflandırmaya izin verecek bir bölme yöntemi arayan bir okuma, Aristo’da bir yere varmayan dağınık bölme denemelerinden başka bir şey bulamıyor.
Öte yandan, Platon’a yönelttiği bütün eleştirilere rağmen Aristo’nun temel bir noktada Platoncu kaldığını söylemek de mümkün. Aristo da Platon da bölme yöntemini sınıflandırmak için değil tanımlamak için kullanıyor (s. 54-58). Sofist’teki oltayla balık tutma örneğini tekrar düşünelim. Dikotomi yönteminin amacı teknikleri sınıflandırmak değil, oltayla balık tutmanın tanımına ulaşmak. Platon aynı diyalogun devamında bölme yöntemini bu sefer daha zor bir tanım için, sofistin tanımı için kullanacak. Başka bir diyalogda da bölme yöntemi devlet adamının tanımına hizmet edecek. O halde Aristo’nun Platoncu dikotomiye eleştirisi amaca yönelik değil işleyişe yönelik. Dikotomi için de Aristo’nun kendi yöntemi için de amaç tanımlamak. Ama Aristo’ya göre dikotomi tanıma ulaşmak için uygun bir yöntem değil. Dikotomiye getirilen (demin sözünü ettiğimiz) temel eleştiriler de aslında bu yöntemin uygunsuzluğunu ortaya çıkarıyor. 3’teki tekrarlara düşme eleştirisi yöntemsel ekonomi açısından getirilen bir eleştiri, dolayısıyla 3’ün konumuzla ilgisi olmadığı söylenebilir. Ama ilk iki eleştiri doğrudan dikotominin tanımla ilişkisine dayanıyor. 1’de ya farklı türleri aynı gruba dahil ediyoruz, ya aynı türü farklı gruplara bölüyoruz. Bu da türün tanımını imkansız hale getiriyor. 2’de ise ayrımlar yoksunluğa ve ilineklere dayanıyor. Oysa Aristo’ya göre bir şeyi tanımlamak için o şeyin özsel farklarını ortaya çıkarmak gerek. Dikotomi bir farkı yoksunluğundan (kanatlı olmayı kanatsız olmaktan) ayırırken, ilineksel olarak birbirine bağlı farkları (kanatlılık ve evcillik) açığa çıkarırken bizi tanıma yaklaştırmıyor. Asıl yapılması gereken, özsel farkları ilineksel olanlardan ayırmak. Farkların tanımda nasıl birbirlerine eklemlendiğini göstermek. Dikotominin yetersiz ya da uygunsuz olduğu alan da işte bu.
Klasik okumanın hatasını gördük, Aristo’nun amacının hayvanları sınıflandırmak değil tanımlara ulaşmak olduğu ortaya çıktı, Aristo biyolojisinin “başarısızlığının” anakronizmin ürettiği bir yanlış okumanın sonucu olduğu kesinleşti. Şimdi geriye iki temel soru kalıyor: 1) Aristocu bölme yönteminin tanımla ilişkisi ne, bölümlemeler yapmak nasıl tanıma bir hazırlık olarak görülebilir? 2) Tanımı aranan şey ne? Esas tanımlanması gereken, farklı hayvan türleri mi? Bu iki sorunun yanıtı Pellegrin’in kitabının ikinci ve üçüncü bölümlerinde.
[1] Adanson için bkz. s. 15, dipnot 12. Adanson’un önemi, sınıflandırmayı türlerin tek bir parçasını ya da organını merkez alarak değil, bütün parçaları gözeterek yapmaya çalışmış olması.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder