6 Temmuz 2009 Pazartesi

Lennox 2 - Metafizik ve Biyoloji

Lennox’un kitabının ikinci bölümündeki dört makale Aristoteles’te tür, cins, madde, form gibi kavramların nasıl kullanıldığıyla ilgili. Bu bölümün asıl amacı Aristo biyolojisinin bu temel kavramlarını Platon’un ve Yeni-Platonculuğun etkisi altında kalmadan anlamaya çalışmak. Bu kavramların en azından bir kısmı Aristo için olduğu kadar Platon için de temel öneme sahip, dolayısıyla aralarındaki görünür farklara rağmen bu kavramların iki filozofta aynı ya da benzer şekilde kullanıldığını düşünmek mümkün. Lennox’un tümüyle karşı çıktığı düşünme biçimi de işte bu.

Platon İdeaların ya da formların öncesiz-sonrasız (ezeli-ebedi), yani zamanın belli bir noktasında varlığa gelmemiş, başka bir noktada yok olmayacak zihinsel varlıklar olduğunu düşünüyordu. Ona göre maddi olarak varolan her şey varlığa gelişini bu öncesiz-sonrasız varlıklardan pay almasına ya da onları bir şekilde taklit etmesine borçluydu. Aristo’nun da benzer bir yaklaşımı paylaştığı söylenemez mi? Aristo’ya göre de tüm hayvan türleri öncesiz-sonrasız olarak var. Örneğin bir hayvan türü olarak at öncesiz-sonrasız olarak var, ama bu türün zamanın farklı noktalarında cisimleşmelerine karşılık gelen tek tek atlar yalnızca geçici olarak varlar. Bu açıdan Platon’la Aristo birbirine benzemiyor mu? Lennox’ göre benzemiyor (s. 131-159). Çünkü Aristo’da öncesiz-sonrasız olan şey at türü değil, o türe ait olan tek tek atlar.
Bu ne anlama geliyor, tek tek atlar ölümlü olduklarına göre nasıl öncesiz-sonrasız olabilirler? Lennox Aristo’da iki çeşit öncesiz-sonrasızlık olduğunu anımsatıyor: 1) sayısal öncesiz-sonrasızlık, yani bir şey zamanın her anında varolmayı sürdürdüğü durumlarda karşımıza çıkan öncesiz-sonrasızlık. Aristo’nun evreninin ay-üstü kısmında bulunan cisimler, gezegenler ya da göksel küreler işte bu sayısal öncesiz-sonrasızlığa sahip. 2) form bakımından öncesiz-sonrasızlık, yani bir şey yok olup gitse bile zamanın her anında onunla aynı türe ait, aynı forma sahip başka bir şeyin varolmayı sürdürdüğü durumlarda karşımıza çıkan öncesiz-sonrasızlık. Aristo’nun evreninin ay-altı kısmında bulunan canlıların hemen hemen hepsi (geçici olarak meydana gelip yok olan melez türler hariç tüm canlı türleri) işte bu form bakımından öncesiz-sonrasızlığa sahip. Bir at sayısal olarak öncesiz-sonrasız değil çünkü ölümlü. Ama form bakımından öncesiz-sonrasız çünkü o öldükten sonra da başka atlar varolmaya hep devam edecek (Aristo türlerin evrimini kabul etmiyor, onların sonsuza dek varolacağını düşünüyor). Bu ayrımı yapıp tek tek atların bir bakıma (form bakımından) öncesiz-sonrasız olduğunu kabul ettikten sonra genel olarak at türünün de öncesiz-sonrasız olduğunu söylemek mümkün, ama bu artık Platon’daki at İdeasının öncesiz-sonrasızlığıyla aynı anlama gelmeyecek.
Hayvan türlerinin öncesiz-sonrasız olmasının koşulu hayvanların üreme, yani kendileriyle aynı forma sahip başka bir canlıyı meydana getirme yönünde doğal bir eğilime sahip olmaları. Aristo’nun evreni meydana gelmemiş, yok olmayacak değişmez bir düzen olarak gördüğünü de düşünürsek hayvan türlerinin ya da o türe ait bireylerin öncesiz-sonrasızlığının önünde bir engel kalmıyor. Lennox’un dediği gibi, biyolojik üremenin bu şekilde kavranması Platon’un İdealar kuramıyla çözemediği sorunları çözüyor (s. 152).

Platon’un çözemediği sorunlar neler ve Aristo bunları nasıl çözüyor? Bu sorunların ne olduğunu görmek için tanımla ilgili tartışmalara bakabiliriz. İnsanın tanımının “iki ayaklı hayvan” olduğunu varsayalım. Bu durumda Platon’a göre insanın iki-ayaklılıktan ve hayvanlıktan pay alması gerekiyor, dolayısıyla insanın tanımı birbiriyle doğrudan bağlantısı olmayan iki kavramın (iki-ayaklılık ve hayvanlık) yan yana gelmesinden oluşuyor, tanımın kavramsal bir birliği yok (Metafizik, H 6, 1045a 14-17). Bir şeyi tanımlarken o şeyi ve daha bir sürü başka şeyi kapsayan genel bir kavramdan yola çıkmamız gerekiyor. Örneğin insanı tanımlarken insanı ve birçok başka canlı türünü kapsayan hayvan kavramından yola çıkıyoruz. Bu kapsayıcı kavramı saptadıktan sonra tanımlamak istediğimiz şeyi o kavramın altına düşen diğer şeylerden, insanı diğer hayvanlardan ayıracak özellikleri belirlememiz gerek. İki-ayaklılık insanı diğer hayvanlardan ayıran böyle bir özellik. Lennox kapsayıcı kavramla (hayvan) ayırt edici özellik (iki-ayaklılık) arasındaki ilişkinin iki farklı biçimde ele alınabileceğini söylüyor (s. 169-170).
1) Hayvanla iki-ayaklılık arasında hiçbir ilişki olmadığı söylenebilir. Hayvanların hepsi onları belli bir genellik düzeyinde hayvan olarak tanımlamamızı sağlayan özelliklere sahip. İnsan bu özelliklerin yanı sıra iki-ayaklılık özelliğine de sahip. Yani:
İnsan = hayvanın tanımlayıcı özellikleri + iki-ayaklılık
Lennox’a göre bu, insanın Platoncu tanımı. Bu yaklaşımın sorunu insanın kavramsal birliğini verememesi. İnsanın tanımı ikiye bölünmüş halde kalıyor. Ayrıca insan için iki-ayaklılığın yanı sıra başka ayırt edici özellikler de bulunabileceğine göre (örneğin logos’a sahip olmak) insanın tanımı daha da çok bölünebilir. Örneğin:
İnsan = hayvan + iki-ayaklılık + logos’a sahip olma + ellere sahip olma + …
2) Hayvanla iki-ayaklılık arasındaki ilişkinin rastlantısal olmadığı, iki-ayaklılığın hayvanlık kavramını somutlaştırdığı söylenebilir. Aristo hayvanları diğer canlılardan ayıran şeyin hayvanların algılayabilmesi ve (bazı istisnalar hariç) hareket edebilmesi olduğunu söylüyor. Hayvanın belli başlı tanımlayıcı özellikleri bunlar. İnsanı diğer hayvanlardan ayırt eden iki-ayaklılık, logos’a sahip olma gibi özellikler bunlara eklenmiyor, bunları somutlaştırıyor. Hareket edebilme iki-ayaklılık üzerinden yürüyebilmeye dönüşüyor, algılayabilme logos’a sahip olma üzerinden düşüncenin ve dilin eşlik ettiği insana özgü bir algılama yeteneğine dönüşüyor. Lennox’a göre, Aristo Metafizik’te türün ayırt edici farka göre madde (yani malzeme) gibi olduğunu söylerken işte bunu kastediyor. Hareket etme madde gibi, yürüme ona biçim veriyor, onu somutlaştırıyor. Bu durumda:
İnsan = yürüyebilen hayvan + düşünebilen hayvan + elleri olan hayvan + …
Peki insanın tanımı yine toplama işlemine indirgenmiş olmuyor mu? Bu farklı ayırt edici/somutlaştırıcı özellikleri birleştiren ne? Lennox’a göre, bir tanımın toplama işleminden farklı olmasının sebebi Aristo’nun özleri teleolojik olarak kavraması. İnsanın ayırt edici özellikleri insanın yaşamında oynadıkları rollere göre, yani işlevlerine, ne işe yaradıklarına bakılarak ilişkiye sokulabilir. İnsan iki-ayaklı olduğu ve yürüyebildiği için önayakları yok, elleri var. İki-ayaklılık dik durabilmeyi sağlıyor ve bu, Aristo’ya göre zekanın koşulu. Dolayısıyla aslında:
İnsan = yürüyebildiği için elleri olan, bu yüzden de düşünebilen… hayvan

Lennox’un okumasının bir başka ilginç yanı Aristo’nun bir türün alttürlerini belirlerken temelde niceliksel farklara, daha genel olarak derece farklarına başvurduğunu göstermesi. Aristo Hayvanların Araştırılması’nda sekiz hayvan cinsini birbirinden ayırıyor. Bunlar en genel cinsler, yani bugünkü adlarıyla: dörtayaklı memeliler (+insanlar), dörtayaklı yumurtlayanlar, kuşlar, balıklar, kafadanbacaklılar, iki farklı kabuklu cinsi (crustacea ve testacea) ve böcekler. Aristo bu sekiz genel cinsi kateden daha da genel bir ayrımı da kullanıyor: ilk dört cins “kanlı” hayvanlar sınıfına ait, son dört cins “kansız” hayvanlar sınıfından. Kabaca söylersek bu sekiz cins arasında analojik ilişkiler ve benzerlikler var. Örneğin yalnızca kanlı hayvanlarda kalp var, ama kansız hayvanlarda da kalbin yerini tutan, ona benzer başka bir organ, kalbin bir “benzeri” var. Kuşların tüyleri, balıkların pulları var. Lennox bu en genel düzeyin altındaki düzeylerde türleri ayırırken derece farklarının öne çıktığını söylüyor. Örneğin farklı balık türlerini, kuş türlerini nasıl birbirinden ayırabiliriz? Hayvanların “parçaları”, yani dokular ve organlar (her zaman değilse de) birçok durumda sadece derece farklarıyla, az ya da çok büyük olmalarına, sertlik ve yumuşaklıklarına, genişlik ve darlıklarına, pürüzlü ya da kaygan oluşlarına… göre ayrılıyorlar. (Bunlara parçaların konumlarıyla, yerleriyle ilgili farkları da ekleyebiliriz, Lennox bu konum farkları üzerinde pek durmuyor.) Farklı kuş türlerinin farklı olmayan, aynı büyüklük ve niteliğe sahip parçaları var. Ama birbirlerine benzemeyen parçaları da var. İşte bu parçalar derece farklarıyla, Aristo’nun deyimiyle “az ve çok” üzerinden farklılaşıyorlar. Bazı kuşların bacakları daha uzun, diğerlerininki daha kısa, bazılarının gagaları daha büyük vb. Farklı kuş türlerini de bu ayrımlar belirliyor.
Lennox, türün alttürlerine göre madde gibi olduğu fikriyle derece farklarına bağlı ayrışma fikrini birbirine bağlıyor (s. 171-172). Genel olarak kuş türü henüz biçimlenmemiş bir madde gibi; martı, kartal, serçe bu maddeyi üç farklı biçimde somutlaştırıyor. Çünkü bu alttürlerin en azından bazı parçaları birbirinden derece farklarıyla ayrılmış durumda. Madde olarak tür, hayvanları kateden derece farklarına göre biçimleniyor, alttürlere ayrılıyor, ama bu, alttürler arasında doğa farkı olmasını da önlemiyor. Martının, kartalın ve serçenin parçaları arasında benzerlikler ve derece farkları var, ama bu üç kuş türü, üç alttür arasında doğa farkı var. Kartal serçeden daha büyük, ama serçeden daha çok kuş değil, yalnızca başka bir kuş türüne ait. Bunun nedeni hayvan türlerini kateden derece farklarının işlevsel farklar olması, yani o türlerin içinde yaşadıkları ortama bağlı olarak belirlenmesi. Serçeyle kartalı karşılaştırırken sadece parçalarının büyüklüğüne, çeşitli niteliklerine bakarsam iki kuş arasında derece farkı görebilirim, ama serçenin dünyasıyla kartalın dünyası arasında sadece derece farkı göremem. (Görebilseydim bunlar aynı kuş türüne ait bireyler olurlardı.)

Lennox, kitabın bu bölümündeki son iki makalede Aristo’nun biyoloji metinlerindeki en gizemli sorunlardan birine bir çözüm öneriyor. Sorun şu: Aristo Fizik adlı yapıtı başta olmak üzere birçok yerde doğadan tek tek varlıkların, tek tek canlıların doğasını anlıyor. Bu metinlerde bireyler-üstü olan, giderek evrenle özdeşleşebilecek soyut bir doğa fikri yok. Başka bir deyişle, Aristo genel olarak doğadan değil serçenin doğasından, kartalın doğasından vb. söz ediyor. Ama biyoloji metinlerinde, örmeğin Hayvanların Parçaları’nda, “doğa hep en iyisini ister”, “doğa boşuna bir şey yapmaz”, “doğa hayvanlara kendilerini savunmaları için en uygun araçları verir” gibi garip cümleler var. Kozmik bir doğa fikri, hatta Platon’un demiurgosuna benzer bir marangoz-tanrı fikri mi var bunların arkasında? Ayrıca bu cümleler Fizik’teki doğa anlayışıyla çelişmiyor mu?
Lennox’un önerdiği çözüm bu cümleleri tek tek hayvanların doğalarına ilişkin genel ilkeler olarak okumak. Başka bir deyişle, Aristo “doğa boşuna bir şey yapmaz” derken bir hayvanın her parçasının (daha doğrusu hemen hemen her parçasının) o hayvanın yaşam biçimi açısından bir işlevi olduğunu söylemek istiyor. (Lennox’a göre bu tür cümleler sözcüğün İkinci Analitikler’deki anlamıyla doğa biliminin ve biyolojinin “hipotezleri”; s. 209-215) Dolayısıyla biyoloji metinleriyle Fizik’te verilen doğa tanımı arasında bir çelişki yok. Bu yorumun iyi yanı Aristo’nun kendiyle çelişmediğini, biyoloji metinlerinin bireyler-üstü düzenleyici bir doğa varsaymadığını göstermesi. Ama biyoloji metinlerinde bu yorumla açıklanamayacak zor pasajlar da olduğunu söyleyebiliriz.

Sonuç olarak, Lennox’un kitabının ikinci bölümü biyoloji metinleriyle metafizik metinleri arasındaki sürekliliği gösteriyor. Sürekliliğin de ötesinde, biyoloji metinlerinin dikkatli bir yorumunun Aristo’nun metafizik görüşlerini aydınlatabileceği ortaya çıkıyor. Örneğin Aristo için öncesiz-sonrasızlığın ne anlama geldiği, doğal varlıkların tanımının ne olduğu bu yorumla belirginlik kazanıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder