11 Temmuz 2009 Cumartesi

Olanaklı Dünyalara Dönüş I - Bir "Analitikçi"nin İtirafları

Analitik-kıta ayrımına hiç bulaşmadan, karşı kaldırımdan geçerek olanaklı dünyalar ('possible worlds') fikrine dair -kabaca da olsa- bir çift laf etmek istiyorum. Atıfta bulunmanın yerinde ve açıklayıcı olacağı metinlere, örn. Kripke Naming and Necessity, ne yazık ki, şu an itibariyle ulaşımım yok. Saçmalarsam belirtin.

I.

Olanaklı dünya semantiği, olanaklılık ('possibility'), zorunluluk ('necessity') ve olumsallık ('contingency') [1] kavramlarına dair anlayışımızı keskinleştirmek için kullanılan bir araç [2]. Aynı zamanda, zorunluluk-olanaklılık çiftine dair gözde sınıflandırmayı (mantıksal-metafiziksel-fiziksel) anlamlandırmaya da yardımcı oluyor.

Herhangi bir önerme p,

zorunludur eğer ve sadece eğer [3] yanlış olması mümkün değilse
olanaklıdır eğer ve sadece eğer zorunlu olarak yanlış değilse
olumsaldır eğer ve sadece eğer ne yanlış ne de doğru olması zorunlu değilse

İmdi, modal mantıklar bu temel sezgileri şöyle formüle ediyorlar:

Herhangi bir önerme p,

zorunludur eğer ve sadece eğer bütün olanaklı dünyalarda doğru ise
olanaklıdır eğer ve sadece eğer en azından bir olanaklı dünyada doğru ise

Burada önemli olan, olanaklı dünya fikrinin olanaklılık, zorunluluk, olumsallık fikirlerini yorumlamak için kullanıldığını ve, bu hedefle, ilk adımda bizim dünyamızdan çıkarak, bu dünyanın bazı niteliklerini peyderpey değiştirerek olanaklı dünya ürettiğimizi akılda tutmak. Diyelim önerme p doğru bir önerme, örn. 'İstanbul Ankara'nın batısındadır'. Bu önermenin ne menem bir niteliği olduğunu ölçmek için değil-p'nin doğru olduğu - ama, dikkat!, başka bütün olguların aynı olduğu - bir olası dünya tahayyül ediyoruz. Söz konusu, Ankara'nın İstanbul'un batısında olduğu, olanaklı dünyayı tahayyül etmemiz zor değil. Ankara'nın İstanbul'a kıyasla batıda olması için fizik kanunlarında değişiklik gerekmiyor örneğin. Bu bağlamda, p olumsal olarak doğru, değil-p ise fiziksel olarak mümkün [4]. Oysa fillerin uçtuğu dünyaları düşünün [5]. Bunun mümkün olması için o dünyada, en azından, yer çekimine dair fizik kanunlarının farklı olması gerekir. Bu bağlamda, fillerin uçması fiziksel olarak imkansızken, (en azından bir okumaya göre) metafiziken mümkündür. Fillerin uçtuğu olanaklı dünyalar, farklı fizik yasalarının geçerli olduğu olanaklı dünyalardır. Kare-çembere gelirsek, bu tutarlı olarak tahayyül edilemez, çünkü çelişiktir; dolayısıyla, vuku bulduğu/bulacağı bir olanaklı dünyadan söz edilemez. İmkansızlık mantıksaldır.

II.

Çok kabaca [6], olanaklı dünyalarla ne yapılmaya çalışıldığını sergilemeye çalıştım. Şimdi Hakan'ın yazısı ile bağlantı kurmaya çalışayım.

Öncelikle, 'düşünce deneyi'ne, en azından benim bunu anladığım şekline, dair bir düzeltme yapmak istiyorum. Genel kanının [7] aksine, düşünce deneylerinin nihai hedefi, felsefi iddialara karşı örnek bulmak değildir. Analitik felsefe diye bir şeyden bahsedilip, tanımlayıcı niteliklerinden söz edilebilecekse - ki bundan hiç eminim değilim - bu niteliklerin başta gelenlerinden biri, belki ilki, önermelerin içerim ('implication') ve gerektirimlerini ('entailment') ciddiye almaktır. Fetişizm seviyesine varır görünen teknik donanım ve sunuma gösterilen özen, az çok bundan kaynaklanır. İşte bu, önermelerin niteliklerini - örn. sentetik mi? zorunlu mu? öyleyse hangi türden zorunlu? - ve içerim/gerektirimlerini aktüel olanın ötesinde bir kesinlikle saptama çabası, felsefecilere düşünce deneyi yaptıran. Zaten belirli bir seviyenin üstünde, düşünce deneyleri ile felsefi pozisyonların yanlışlanmalarından ziyade, "modifiye" edilmelerinden söz edilebilir ancak. Şunu açmama izin verin, Allah aşkına.

Diyelim normatif etikte, Rawls'ı takip ederek, temel ahlaki kanı ('conviction') ve sezgilerimiz ('intuition') ile öne sürdüğümüz ahlaki teoriler arasında bir denge ('reflective equilibrium') olması gerektiğini kabul ediyoruz. Teorimiz, "işkence koşulsuz olarak yanlıştır" diyor. Şimdi, buna 24-ötesi "insanlığın devamı masum bir insanın işkence görüp öldürülmesine bağlı" senaryosu ile cevap veren faydacı (? 'utilitarian') teorimizi yanlışlamış olmuyor. Duruma dair sezgimizi gözden geçirebiliriz. Faydacı ile aynı sezgiyi - "Jack Bauer'in cebi kaçtı?" - paylaşıyorsak, yukarıda anılan dengeyi yakalamanın önemini sorgulayabiliriz, ya da pozisyonumuzu türün devamına dair genel bir felaket istisnası ile tadil edebiliriz. Sonuçta aktüel olmayan, kuvvetle muhtemel hiç olmayacak bir senaryo, sezgilerimizi, teorimizi ve ikisi arasındaki ilişkiyi gözden geçirmemize ve pozisyonumuzu keskinleştirmemize yarar. Dikkat ederseniz, keskinleştirmiş olmak için keskinleştirmedik; hiç de reel olmayan bir senaryo üstünden - "Jack Bauer'i çaldırırım" diyorsak eğer - ahlakın sınırları, ön koşulları ve fonksiyonunu nasıl anladığımıza dair meta-etik bir takım ipuçları vermiş olduk. Dahası, ahlaki teorimizin gerekçelendirme seviyesinde varsaydığı *derin* anlayışımızı 'artiküle' (?) etmiş olduk. İyi haliyle düşünce deneyi işte bunu yapar, demeye getiriyorum.

Hakan'ın B'sine bakalım. Olanaklı dünyalar, olasılık-zorunluluk meselesinde daha 'fine-grained' ('incelikli'?) ayrımlar yapmamıza yardımcı oldukları için işe yararlar. Genetik özellikler ile katillik arasındaki ilişkinin tam olarak ne olduğu üstüne düşünmek için olanaklı dünyaları kullanabiliriz. 'Suça eğilimli olmak ile belirli genetik özellikler arasında tekabüliyet yoktur/vardır' ne menem bir önermedir ve iki faktör/olgu arasında ne menem bir ilişki vardır, bunu düşünmemize yardımcı olurlar. Yoksa, elbette, bu dünyadaki olumsal bağlantının niteliği açısından laf söylemek için işe yarar değiller. Hoş, o olumsal bağlantı üstüne söz söyleyecek kişi filozof mu olmalıdır?, zaten apayrı bir soru. Felsefenin burada ne yapabileceğine dair, belki *analitik* zihin felsefesinde, zihinsel nitelikler ile fiziksel nitelikler arasındaki ilişkiye dair süren devasa dualizm-materyalizm tartışmasına bakılabilir. Birinci türden niteliklerin, temelde, ikinci türden nitelikler olduğunu iddia eden bir materyalizm, metafizik bir tez midir yoksa fiziksel bir tez mi? Vesaire. Bu bağlamlarda, zombilerin - fonksiyonel bütün halleri bildiğimiz insanlarla aynı olan ama *iç dünyası* boş olan yaratıklar - mümkün olup olmadığı; mümkünlerse, mümkün oldukları olanaklı dünyaların neyi gösterdiği tartışmaları sonuçta kavramsal tartışmalar. Ama düşünce üreten, Hakan'dan alıntılarsam, “ben zaten bu dünyadaki etik, politik vb. bir sorunla ilgileniyorum, söylediklerimin olanaklı bir dünyadaki bir karşı-örnekle çürütülmesi onların bu dünya için geçerliliğini, dolayısıyla önemini değiştirmez”, diyecekse epey empirik bir şey diyor olmalı. "Suça eğilimli olmakla herhangi bir genetik özelliğin hiç bir ilişkisi olamaz" demek, bana sorarsanız, ya 'olamaz'ın ne menem bir olamaz olduğunu açık bırakan ve kavramsal analize yer bırakan bir iddia, ya da felsefecinin qua felsefeci hakkında herhangi bir otoriteye sahip olmadığı [8] nörobiyolojik-psikolojik vesaire bir iddia.

Ortcutt'a gelirsek, bence son derece kötü bir düşünce deneyi örneği. O kadar fazla, "şu şöyle olsun, bu böyle olsun" içeriyor ki sınaması gereken tezi sınayamaz hale geliyor. Materyaliste, vücudumda hiç bir değişiklik olmadan, düşünsel/zihinsel dünyamda bir değişiklik olduğunu varsayalım, demek gibi bir şey. Olanaklı dünyalar konusunda bu nedenle dikkatli olmak gerek. Bizim dünyamızdan, parça parça, peyderpey değişiklik yaparak olanaklı dünyalara ulaşıldığı ve bu değişikliklerin olanaklılık koşullarının ne olduğu akılda tutulduğunda, fizik yasaları değişmeden mümkün olmayacak şeylerin aslında fiziksel olarak mümkün olduğunu iddia etmek gibi garipliklere veya, ne bileyim, insan istenci ve eylemliliği tartışılırken, o tartışmanın varsaydığı çerçeveyi değiştirmek - "diyelim şöyle bir makine var" - gibi yanlışlara sapılmamış olur.

Robotlar örneğini anlamıyorum. Orada, olanaklı dünyaya gerek yok. Zaten modal bir nitelik de değil sınanan. Basitçe, 'eğer F olsaydı, G olurdu' formunda bir hikaye. Elbette bu dünyaya dair bir sonucu yok. Ama bu tür bir düşünce deneyinin sezgilerimizi keskinleştirmek için nasıl faydalı olabileceğine dair şu tartışma geliyor aklıma. Bütün el işlerimizi (evi temizlemekten, yemek yapmaya, tarımdan fabrikaya) yapacak robotlarımız [9] olsaydı, bu işlerden zevk almayan şahıslar için söz konusu işlerin robotlara devredilmesi bir değer kaybı yaratır mıydı? Yani, çalışmaya, el emeğine, insanın kendini gerçekleştirmesi perspektifinde, kendinde önem ve değer atfeden bir perspektif (geç Marx?) ile "bunları yapmamız gerektiği için yapıyoruz, başka kişiler bizim yerimize yapacak ve bir adaletsizlik doğacak olmasa, bu işleri - söz konusu işleri kim olduklarına dair hikayelerinin içine yerleştirmeyen ve basitçe dert olarak gören kişiler için - robotlara yükleyebiliriz ve bunları yapmayan insanlar da daha iyi durumda olurlar" buyuran perspektif (erken İstutmaz?) arasındaki indirgenemez normatif farkı saptamamıza yardımcı olabilirler. Bu iki perspektif, bu fark üstünden aktüel dünyaya dair farklı teoriler ve öneriler getirebilirler, diye düşünmeye teşneyim. "Felsefi olarak *sahiden* ne düşündüğümü, 'when push comes to shove' hangi değere daha çok önem verdiğimi belirlemem için aktüel ve reel olan yetmeyebilir" önkabulü *biz analitikçiler*i düşünce deneyinin karanlık dehlizlerine iten.

Hakan'ın yazdığı herşeyin hakkını veremediysem de, aklımdakileri ifade ettim sanıyorum.

Notlar:

1. Türkçe felsefe dili - en azından benim kullandığım haliyle - bana garip gelmeye ve çeviri kokmaya devam ediyor. Dolayısıyla parantez içinde İngilizce orijinallerini vermeye çalışıyorum. Gerek yok, okuyan herkes için bunlar açık, derseniz, çıkartabilirim. El altında İngilizce-Türkçe bir sözlük de olmadığı için düzeltmeler makbule geçer.
2. Kripke'yi ve ana dalga anlayışı takip edip; olanaklı dünyaların sahiden var olduklarını, ontolojimizde onlara yer açılması gerektiğini düşünen David Lewis'i bu yazı açısından göz ardı ediyorum.
3. 'If and only if' demeye çalışıyorum. Türkçe'ye nasıl çevirilmesi gerektiğini kesinlikle bilmiyorum.
4. Fiziksel zorunluluk, en zayıf zorunluluk olarak kabul edilir. En güçlü zorunluluk, mantıksal olandır.
5. Ettiğimiz lafın anlamlı olması ve aynı şeyden konuşur olmaya devam etmek, daha da önemlisi, bu dünyada 'fil' diye atıfta bulunduğumuz türe dair önermeleri sınamak adına olanaklı dünyalara başvurduğumuzu akılda tutalım. Dolayısıyla, 'definite description'ların aksine (nasıl çevirmeli?) , yani en fazla tek bir kişiyi seçen 'dünyanın en uzun boylu adamı' tanımlamasının aksine; doğal tür terimleri ve özel isimler 'rigid designator' (?) olarak iş görürler. Yani, 'su' veya 'İlhan İstutmaz' - var oldukları - her olanaklı dünyada, bazı nitelikleri değişse de, aynı şeye atıfta bulunurlar. İlhan İstutmaz'ın niteliklerinin farklı olduğu, ne bileyim örneğin erkek olduğu, bir olanaklı dünya düşünebiliriz, ama bizim 'aktüel' dünyadaki İlhan İstutmaz'dan çıkarak ve onun bir niteliğini değiştirerek yaparız bunu. İlhan İstutmaz'a ana babasının 'İlhan' adını vermedikleri olanaklı dünyayı düşünüyor olsak bile, bizim şu anki dilimizdeki 'İlhan İstutmaz'ın bütün olanaklı dünyalarda aynı şeye atıfta bulunduğunu kabul etmemiz gerekir. Kadın olarak doğmuş ve 'İlhan' diye adlandırılmış olmam olumsal olduğuna göre, erkek ve 'İlker' diye adlandırılmış olduğum olanaklı dünyalardan bahsedebiliriz. Yine de, 'İlhan İstutmaz' o dünyalardaki bana atıfta bulunacaktır. Aksi halde, olanaklı dünyaları işe yaramaz kılan paradokslar uç verir. 'Fil' için de bunun böyle olduğunu, bu yazı için, varsayalım. Yani 'fil' kanatlı bir hayvan türüne değil, bildiğimiz fil türüne atıfta bulunuyor olsun ve o nitelikler paketine uçabilmeyi ekliyor olalım.
6. Saul Kripke'nin Naming and Necessity'si modal fikirleri teknik olmayan bir dille felsefeye uygulayan, *analitik* metafizik, zihin felsefesi ve dil felsefesi alanları için klasik olan bir yapıt. Oldukça kısa ve 1970'te Princeton'da verdiği konuşmaların metinlerinden oluşan, dolayısıyla rahatlıkla okunabilecek bir kitap. Benim burada sunduğum karikatüre kıyasla sahiden ilgi çekici ve iddialı bir metin.
7. Bu kanının oluşmasında, Türkiye akademisinde "analitikçi" diye bilinen bazı isimlerin felsefe yapma(ma) biçimlerinin etkisi olduğunu reddedecek değilim. Ama bundan çıkışla felsefe metodolojisine dair yargıya varmanın, Deleuze'ü Ali Akayla ölçüp biçmekten farkı olmaz kanımca.
8. Felsefeci bu konularda sussun, demek için değil. Hem kavramsal analizi, düşünce deneylerini dışarda bırakıp hem de sonra laboratuar araştırmacısı, kognitif psikolog gelip, "var kardeşim böyle bir tekabüliyet" dediğinde, Foucaultcu mızmızcılık yapıp, sosyal bilim şeceresine soyunmayın, diye söylüyorum :) Daha ciddi olmak gerekirse, "var kardeşim" diyen bilim adamına itiraz, bilim adamının epistemik çerçevesinin (tarihsel/disiplinel) sınırlamaları ve metodolojik naivitesi üstünden yapıldığında; tam da, olanaklı dünyalar-düşünce deneyleri perspektifi tarafından paylaşılan "tarihsel bir tekabüliyet bulunsa bile, karenin dört kenarı olması ya da bekarların evli olmaması türü bir zorunluluk/bağlantı olmadığı" sezgisinden çıkarak yapıldığını düşünüyorum. Bırakın bu tür mantıksal/analitik zorunlulukları, fiziksel bir zorunluluk bile olmadığının görüldüğünü ve (Foucaultcu) bilim eleştirisinin, tam da bu nedenle, diyelim, kuantum fiziğine dokunmaya motive olmadığını sanıyor, sanrılıyorum. Evet, yoktur birbirimizden farkımız demeye getirdim. (Bütün dünya buna inansa, hayat bayram olsa...)
9. Takip eden tartışma için robotların kişi ('person') olmadıklarını varsayalım. Acı veya zevk duymuyorlar, dolayısıyla çıkar ('interest') sahibi de değiller. Ahlaken, laptopumdan farkları yok yani.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder