Tartışılan eser : Kant, Anthropologie du point de vue pragmatique, [Anthropologie in pragmatischer Hinsicht ] précédé de M. Foucault, Introduction à l’Anthropologie, Vrin, Paris, 2008 (Kant, Pragmatik açıdan Antropoloji, ve M. Foucault, Antropoloji’ye Giriş).
Foucault, Deliliğin Tarihi isimli doktora tezinin « yardımcı tezi » olarak, 1960’da Kant’ın Antropoloji’sini fransızcaya çevirmiş ve bu metne ilişkin yaklaşık 80 sayfalık bir önsöz yazmıştı (« nerde o eski doktoralar ! » konulu bir yazı, belki bir gün yazılır). Bu önsöz, Jean Hyppolite başkanlığındaki doktora jürisinin önerileri doğrultusunda, o haliyle yayınlanmak yerine, 1966’da yayınlanacak olan Kelimeler ve Şeyler’e dönüştü, ve 2008’e dek ancak Sorbonne’un kütüphanesinde okunabildi (Foucault çevirisini çok kısa başka bir önsözle yayınlamıştı).
Vrin sayesinde sonunda okura ulaşan bu çalışma ile, hem Foucault’nun Kant’la ilişkisi, hem de henüz Türkçeye çevrilmeyen Antropoloji üzerine tartışmak için bir fırsat doğdu. Foucault’nun Kant ile ilişkisi genellikle, “Was ist Aufklärung?” metni üzerine yazdığı yorumlardan hareketle tartışılır. Ben burada, bir kaç yazılık bir dizide, daha sonraları bir « neo-Kantçı » olduğunu söyleyecek Foucault’nun, düşüncesinin temel gerilim ve sorunlarının kaynağında büyük ölçüde Kant’a dair tartışmaların yattığını, Antropoloji’den hareketle göstermeye çalışacağım.
Uzatmadan, temel bir soruyla konuya girelim : Foucault neden Kritik yerine, bize genellikle « yaşını başını almış bir filozofun hayat hakkında sayıklamaları » olarak tanıtılan Antropoloji üzerine çalışmayı seçti ? Bu ilk sorunun cevabı, bir bakıma Foucault’nun Kant’a ilişkin sorduğu soruda gizli : Kritiğin üç temel sorununa eklenen dördüncü sorunun (« Was ist der Mensch ? »), diğer sorularla, Kritik’le ilişkisi nedir ? Bu « en kapsayıcı » sorunun bilgi kuramıyla ilişkisi nedir ? « İnsan nedir ? » sorusu nasıl bir alanı kuşatır, özerkliği nedir ?
Kant, bu sorular için bir kaç ipucunu Antropoloji’nin « giriş » bölümünden itibaren veriyor. Aşağıda, bu giriş bölümünü kısmen çevirerek ve özetleyerek tartışmayı öneriyorum (bu çeviriyi, Almanca metinle karşılaştırarak da olsa, Fransızcasından yaptığımı söyleyeyim – taslaktır, blogdur, dikkat edin, vaktiniz varsa değişiklik önerin, vb.).
Birinci paragrafın barbarca bir çevirisi :
« Kültürün içinde, insanın mektebini oluşturan tüm ilerlemeler, bu sayede kazanılan bilgi ve becerilerin dünya için kullanılmak üzere uygulanması amacını taşırlar ; ancak bu dünyada, insanın eğitimini uygulayabileceği en önemli nesne, insandır – çünkü o, kendisinin en son amacıdır. Onu, türüne uygun olarak, akla vakıf yeryüzü varlığı olarak tanımak, insan yeryüzündeki yaratıkların yalnızca bir kısmını oluştursa bile, dünya bilgisi olarak adlandırılmayı özellikle hak eder.»
İkinci paragrafta ise, özet olarak Kant, « insan » nesnesini tanımak için Antropoloji biliminin iki seçeneği olduğunu söylüyor : İnsanın fizyolojik bilgisi, yani doğa nesnesi olarak insanın incenelenmesi (kötü ama kaynağa daha yakın bir çeviriyle, « doğanın insandan yaptığı şeyin incelenmesi » : was die Natur aus dem Menschen macht) ve insanın pragmatik bilgisi, yani, özgür etkinlik varlığı olarak insanın kendisi ile ne yaptığı, ne yapabildiği ve ne yapması gerektiği (was er, als freihandelndes Wesen, aus sich selber macht, oder machen kann und soll).
Bu iki paragrafta, « insan », « dünya » ve « doğa » arasında, başdöndürücü bir « gerilim » çıktı meydana. İlk paragrafta sözü geçen bir kaç temel kavram, eserin bütününde sürekli geri gelecek : « dünya için kullanılması », (... “Gebrauch für die Welt” ), « Dünya bilgisi » (“Weltkenntnis”). Temel dünya bilgisi olan insanın bilgisi (antropoloji), insan doğadan etkilenen varlık olarak ele alındığında fizyolojik, özgür etkinlik varlığı olarak ele alındığındaysa pragmatik açıdan incelenebilir. Eğer, diyor Kant, örneğin belleğin temelleri gibi bir konuda, doğal nedenleri incelersek, körlemesine spekülasyonlardan ileri gidemeyiz : beynin sinirlerini tanımıyoruz, dolayısıyla bu konudaki her tür teorik spekülasyon zaman kaybıdır. Ama « belleğin önündeki engelleri ve onu stimüle eden faktörleri incelemek », belleği nasıl güçlendireceğimizi düşünmek, pragmatik açıdan Antropoloji’nin konusudur. Dolayısıyla, pragmatik antropolojinin konusu, insanın doğa ile arasındaki edilgin ilişki değil, özgür etkinliğin öznesi olarak insan. Tabii buradaki soru, bu tür bir nesne ile doğa arasındaki ilişki olacak - bunun, kaba bir ayrımla, doğa ve edilgelik tarafındaki duyular düzeyi (Sinnlichkeit, sensibilité) ile egemenliğin koşulu konumundaki anlık (Verstand, entendement) arasındaki gerilimden beslendiğini Kritik'ten bilsek de, Antropoloji bu iki düzey arasındaki ilişkiyi şematizme hiç değinmeden ele alması bakımından incelenmeli.
O halde, antropolojinin fizyolojik ve pragmatik kavranışları arasındaki ayrım, şu soruya varıyor : "Homo natura" olarak insanın ne olduğunun analizi, insanın özgürlüğün öznesi olarak tanımlanmasına nasıl eklemlenecek ? Bu konuda iki işaret, iki alamet var:
1) « Weltkentniss ist : 1/ Naturkenntniss ; 2/ Menschkenntniss ; aber der Mensch hat auch eine Natur. » « Dünyanın bilgisi : 1/ Doğa bilgisi ; 2/ İnsan bilgisidir, ama insanın da bir doğası vardır.» (Foucault önsözünde bu bölümü Antropoloji'den değil, 1770-80 döneminin Collegentwürfe'lerinden alıntılıyor - Antropoloji'nin bu soruya farklı bir cevabı olacak).
Tuhaf, değil mi ? Dünyanın bilgisi, temelde doğa bilgisi olabilir, insan bilgisi de doğa bilgisinin alt başlıklarından biri olabilirdi. Ama öyle değil : “dünyanın bilgisi, 1/doğa bilgisi, 2/insan bilgisidir, ama insanın da bir doğası vardır.”
2) Giriş bölümünde, Kant, insanın pragmatik bilgisinin önündeki engelleri sayarken, şöyle bir şey söylüyor : « Zaman ve mekan koşulları, eğer uzun sürelilerse, alışkanlıklar oluştururlar - bunların bir başka doğa (“eine andere Natur”) olduğu söylenecektir. »
"Giriş" bölümünde biraz geri gidelim. Pragmatik açıdan ele alınan antropolojinin nesnesi, « dünya vatandaşı olarak insan » (Weltbürger). « Dünyayı bilmek » (die Welt kennen) ve “dünya ile ilgili bir kullanıma sahip olmak» (Welt haben - zor bir çeviri, Foucault "avoir usage du monde", yani "dünyayla ilgili bir kullanıma sahip olmak" demiş, bu da "kullanım"/"Gebrauch" ifadesinin metindeki sıklığıyla temellendirilebilir) arasında Kant şu ayrımı yapıyor : birincisinde seyircisi kalınan oyunu yalnızca anlamak söz konusu iken, dünyayı kullanmak, oyuna dahil olmak demek (...indem der eine nur das Spiel versteht, dem er zugesehen hat, der andere aber mitgespielt hat).
Bu « oyun » teması, ilginç bir biçimde, iç duyu (innere Sinn, sens interne) ile ilgili § 24’te geri geliyor : iç duyu, insanın kendi düşüncesinin oyunundan etkilendiği ölçüde hissettiği şeylerin bilinci (...was er erleidet, wiefern er durch sein eignes Gedankenspiel affiziert wird). Apperzeption söz konusu olduğunda, duyular (Sinnlichkeit, sensibilité) düzeyinden düşünce (reflexio) düzeyine geçildiğinde Kant artık düşüncelerin oyunundan söz etmiyor. İç duyudaki oyun, aklın mahkemesine taşınmamış haldeki temsillerin (Vorstellungen) oyunu. Özne bu temsillerden edilgin biçimde etkilenmeyi, muzdarip olmayı (leiden) kesip, onları anlıkta (Verstand) yönetmeyi başaramazsa, Pascal gibi, « nereden geldiği belli olmayan bu imgelerin » oyununda bir tür "terrorism"in kurbanı olur, diyor Kant.
Esas oyun, das Spiel, dünya. Ama bu oyunun içinde, dünya vatandaşı olarak antropolojinin nesnesini oluşturan insanın bir de düşüncelerinin oyunu var, Gedankenspiel. Özgürlüğünü elinde bulunduran insanın oyun alanı, tam da « düşüncelerinin oyununu » kontrol altına alarak esas oyuna dahil olabilmesiyle belirlenecek. Antropoloji metnini ilginç kılan şeylerden biri, Verstand’ın bu iki oyuna dair işlevi : düşüncenin oyununu sınırlandıracak olan da, insanı esas oyuna dahil edecek olan da o.
İnsan doğasının bir başka doğa, ikinci doğa olduğunu, ve bu tür bir doğanın incelenmesi için, fizyolojiye değil, insanın dünyayla arasındaki « oyunu » konu edinen bir pragmatik antropolojiye ihtiyaç olduğunu söyledikten sonra, Kant, şunu ekleyecek :
« Aslında, Antropoloji için kaynak (Quellen) yoktur, yalnızca yardım araçları (Hülfsmittel) vardır : Tarih, biyografiler, hatta tiyatro ve romanlar. »
Bu girişi takiben, Kant’ın örneğin Türkler ve kadınlar üzerine eserin sonlarına doğru döktürdüğü « incilere », kitabın tuhaf yapısına, « gençlere öğütler » bölümlerine bakıp, 1798’de artık « Kant bitmiştir » mi demeli ? Yoksa, pragmatik antropolojinin içeriğinden çok yöntemine dair düşünmeye değer mi ? Baştaki soruya geri dönersek, Foucault neden bu kitabı çevirmeyi, onun üzerine çalışmayı seçti ? « Düşüncenin oyunları » ile (büyük) "Oyun" arasındaki gerilimde, özgür etkinlik varlığı olarak insanın ne olduğu sorusu, 1798’den 1963’e dek nasıl bir geçerlilik taşıyabildi ?
Foucault, Deliliğin Tarihi isimli doktora tezinin « yardımcı tezi » olarak, 1960’da Kant’ın Antropoloji’sini fransızcaya çevirmiş ve bu metne ilişkin yaklaşık 80 sayfalık bir önsöz yazmıştı (« nerde o eski doktoralar ! » konulu bir yazı, belki bir gün yazılır). Bu önsöz, Jean Hyppolite başkanlığındaki doktora jürisinin önerileri doğrultusunda, o haliyle yayınlanmak yerine, 1966’da yayınlanacak olan Kelimeler ve Şeyler’e dönüştü, ve 2008’e dek ancak Sorbonne’un kütüphanesinde okunabildi (Foucault çevirisini çok kısa başka bir önsözle yayınlamıştı).
Vrin sayesinde sonunda okura ulaşan bu çalışma ile, hem Foucault’nun Kant’la ilişkisi, hem de henüz Türkçeye çevrilmeyen Antropoloji üzerine tartışmak için bir fırsat doğdu. Foucault’nun Kant ile ilişkisi genellikle, “Was ist Aufklärung?” metni üzerine yazdığı yorumlardan hareketle tartışılır. Ben burada, bir kaç yazılık bir dizide, daha sonraları bir « neo-Kantçı » olduğunu söyleyecek Foucault’nun, düşüncesinin temel gerilim ve sorunlarının kaynağında büyük ölçüde Kant’a dair tartışmaların yattığını, Antropoloji’den hareketle göstermeye çalışacağım.
Uzatmadan, temel bir soruyla konuya girelim : Foucault neden Kritik yerine, bize genellikle « yaşını başını almış bir filozofun hayat hakkında sayıklamaları » olarak tanıtılan Antropoloji üzerine çalışmayı seçti ? Bu ilk sorunun cevabı, bir bakıma Foucault’nun Kant’a ilişkin sorduğu soruda gizli : Kritiğin üç temel sorununa eklenen dördüncü sorunun (« Was ist der Mensch ? »), diğer sorularla, Kritik’le ilişkisi nedir ? Bu « en kapsayıcı » sorunun bilgi kuramıyla ilişkisi nedir ? « İnsan nedir ? » sorusu nasıl bir alanı kuşatır, özerkliği nedir ?
Kant, bu sorular için bir kaç ipucunu Antropoloji’nin « giriş » bölümünden itibaren veriyor. Aşağıda, bu giriş bölümünü kısmen çevirerek ve özetleyerek tartışmayı öneriyorum (bu çeviriyi, Almanca metinle karşılaştırarak da olsa, Fransızcasından yaptığımı söyleyeyim – taslaktır, blogdur, dikkat edin, vaktiniz varsa değişiklik önerin, vb.).
Birinci paragrafın barbarca bir çevirisi :
« Kültürün içinde, insanın mektebini oluşturan tüm ilerlemeler, bu sayede kazanılan bilgi ve becerilerin dünya için kullanılmak üzere uygulanması amacını taşırlar ; ancak bu dünyada, insanın eğitimini uygulayabileceği en önemli nesne, insandır – çünkü o, kendisinin en son amacıdır. Onu, türüne uygun olarak, akla vakıf yeryüzü varlığı olarak tanımak, insan yeryüzündeki yaratıkların yalnızca bir kısmını oluştursa bile, dünya bilgisi olarak adlandırılmayı özellikle hak eder.»
İkinci paragrafta ise, özet olarak Kant, « insan » nesnesini tanımak için Antropoloji biliminin iki seçeneği olduğunu söylüyor : İnsanın fizyolojik bilgisi, yani doğa nesnesi olarak insanın incenelenmesi (kötü ama kaynağa daha yakın bir çeviriyle, « doğanın insandan yaptığı şeyin incelenmesi » : was die Natur aus dem Menschen macht) ve insanın pragmatik bilgisi, yani, özgür etkinlik varlığı olarak insanın kendisi ile ne yaptığı, ne yapabildiği ve ne yapması gerektiği (was er, als freihandelndes Wesen, aus sich selber macht, oder machen kann und soll).
Bu iki paragrafta, « insan », « dünya » ve « doğa » arasında, başdöndürücü bir « gerilim » çıktı meydana. İlk paragrafta sözü geçen bir kaç temel kavram, eserin bütününde sürekli geri gelecek : « dünya için kullanılması », (... “Gebrauch für die Welt” ), « Dünya bilgisi » (“Weltkenntnis”). Temel dünya bilgisi olan insanın bilgisi (antropoloji), insan doğadan etkilenen varlık olarak ele alındığında fizyolojik, özgür etkinlik varlığı olarak ele alındığındaysa pragmatik açıdan incelenebilir. Eğer, diyor Kant, örneğin belleğin temelleri gibi bir konuda, doğal nedenleri incelersek, körlemesine spekülasyonlardan ileri gidemeyiz : beynin sinirlerini tanımıyoruz, dolayısıyla bu konudaki her tür teorik spekülasyon zaman kaybıdır. Ama « belleğin önündeki engelleri ve onu stimüle eden faktörleri incelemek », belleği nasıl güçlendireceğimizi düşünmek, pragmatik açıdan Antropoloji’nin konusudur. Dolayısıyla, pragmatik antropolojinin konusu, insanın doğa ile arasındaki edilgin ilişki değil, özgür etkinliğin öznesi olarak insan. Tabii buradaki soru, bu tür bir nesne ile doğa arasındaki ilişki olacak - bunun, kaba bir ayrımla, doğa ve edilgelik tarafındaki duyular düzeyi (Sinnlichkeit, sensibilité) ile egemenliğin koşulu konumundaki anlık (Verstand, entendement) arasındaki gerilimden beslendiğini Kritik'ten bilsek de, Antropoloji bu iki düzey arasındaki ilişkiyi şematizme hiç değinmeden ele alması bakımından incelenmeli.
O halde, antropolojinin fizyolojik ve pragmatik kavranışları arasındaki ayrım, şu soruya varıyor : "Homo natura" olarak insanın ne olduğunun analizi, insanın özgürlüğün öznesi olarak tanımlanmasına nasıl eklemlenecek ? Bu konuda iki işaret, iki alamet var:
1) « Weltkentniss ist : 1/ Naturkenntniss ; 2/ Menschkenntniss ; aber der Mensch hat auch eine Natur. » « Dünyanın bilgisi : 1/ Doğa bilgisi ; 2/ İnsan bilgisidir, ama insanın da bir doğası vardır.» (Foucault önsözünde bu bölümü Antropoloji'den değil, 1770-80 döneminin Collegentwürfe'lerinden alıntılıyor - Antropoloji'nin bu soruya farklı bir cevabı olacak).
Tuhaf, değil mi ? Dünyanın bilgisi, temelde doğa bilgisi olabilir, insan bilgisi de doğa bilgisinin alt başlıklarından biri olabilirdi. Ama öyle değil : “dünyanın bilgisi, 1/doğa bilgisi, 2/insan bilgisidir, ama insanın da bir doğası vardır.”
2) Giriş bölümünde, Kant, insanın pragmatik bilgisinin önündeki engelleri sayarken, şöyle bir şey söylüyor : « Zaman ve mekan koşulları, eğer uzun sürelilerse, alışkanlıklar oluştururlar - bunların bir başka doğa (“eine andere Natur”) olduğu söylenecektir. »
"Giriş" bölümünde biraz geri gidelim. Pragmatik açıdan ele alınan antropolojinin nesnesi, « dünya vatandaşı olarak insan » (Weltbürger). « Dünyayı bilmek » (die Welt kennen) ve “dünya ile ilgili bir kullanıma sahip olmak» (Welt haben - zor bir çeviri, Foucault "avoir usage du monde", yani "dünyayla ilgili bir kullanıma sahip olmak" demiş, bu da "kullanım"/"Gebrauch" ifadesinin metindeki sıklığıyla temellendirilebilir) arasında Kant şu ayrımı yapıyor : birincisinde seyircisi kalınan oyunu yalnızca anlamak söz konusu iken, dünyayı kullanmak, oyuna dahil olmak demek (...indem der eine nur das Spiel versteht, dem er zugesehen hat, der andere aber mitgespielt hat).
Bu « oyun » teması, ilginç bir biçimde, iç duyu (innere Sinn, sens interne) ile ilgili § 24’te geri geliyor : iç duyu, insanın kendi düşüncesinin oyunundan etkilendiği ölçüde hissettiği şeylerin bilinci (...was er erleidet, wiefern er durch sein eignes Gedankenspiel affiziert wird). Apperzeption söz konusu olduğunda, duyular (Sinnlichkeit, sensibilité) düzeyinden düşünce (reflexio) düzeyine geçildiğinde Kant artık düşüncelerin oyunundan söz etmiyor. İç duyudaki oyun, aklın mahkemesine taşınmamış haldeki temsillerin (Vorstellungen) oyunu. Özne bu temsillerden edilgin biçimde etkilenmeyi, muzdarip olmayı (leiden) kesip, onları anlıkta (Verstand) yönetmeyi başaramazsa, Pascal gibi, « nereden geldiği belli olmayan bu imgelerin » oyununda bir tür "terrorism"in kurbanı olur, diyor Kant.
Esas oyun, das Spiel, dünya. Ama bu oyunun içinde, dünya vatandaşı olarak antropolojinin nesnesini oluşturan insanın bir de düşüncelerinin oyunu var, Gedankenspiel. Özgürlüğünü elinde bulunduran insanın oyun alanı, tam da « düşüncelerinin oyununu » kontrol altına alarak esas oyuna dahil olabilmesiyle belirlenecek. Antropoloji metnini ilginç kılan şeylerden biri, Verstand’ın bu iki oyuna dair işlevi : düşüncenin oyununu sınırlandıracak olan da, insanı esas oyuna dahil edecek olan da o.
İnsan doğasının bir başka doğa, ikinci doğa olduğunu, ve bu tür bir doğanın incelenmesi için, fizyolojiye değil, insanın dünyayla arasındaki « oyunu » konu edinen bir pragmatik antropolojiye ihtiyaç olduğunu söyledikten sonra, Kant, şunu ekleyecek :
« Aslında, Antropoloji için kaynak (Quellen) yoktur, yalnızca yardım araçları (Hülfsmittel) vardır : Tarih, biyografiler, hatta tiyatro ve romanlar. »
Bu girişi takiben, Kant’ın örneğin Türkler ve kadınlar üzerine eserin sonlarına doğru döktürdüğü « incilere », kitabın tuhaf yapısına, « gençlere öğütler » bölümlerine bakıp, 1798’de artık « Kant bitmiştir » mi demeli ? Yoksa, pragmatik antropolojinin içeriğinden çok yöntemine dair düşünmeye değer mi ? Baştaki soruya geri dönersek, Foucault neden bu kitabı çevirmeyi, onun üzerine çalışmayı seçti ? « Düşüncenin oyunları » ile (büyük) "Oyun" arasındaki gerilimde, özgür etkinlik varlığı olarak insanın ne olduğu sorusu, 1798’den 1963’e dek nasıl bir geçerlilik taşıyabildi ?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder